İki Kelime Paylaş!

İki kelimeye eşlik eden bir melodiyle uyanıyorum yine. Hatırlamaya çalışıyorum ama iki kelime dışında hiçbir sözcük gelmiyor aklıma… Kahve yapıp bilgisayarın başına geçiyorum. Yüce Google'la birkaç dakika cebelleştikten sonra buluyorum şiiri:
"Vakit tamam, seni terk ediyorum
Bütün alışkanlıklardan öteye
Yorumsuz bir hayatı seçiyorum
Doymadım inan, kanmadım sevgiye.
Korkulu geceleri sayar gibi
Birden bire bir yıldız kayar gibi
Ellerim kurtulacak ellerinden
Bir kuru dal ağaçtan kopar gibi."
Şu günlerde vedalaştığım bir alışkanlığım da terk ettiğim bir dostum da yok. Ama şarkı zihnimde dolanıyor. Hatta o kadar garip ki ekranda ilk mısrayı okuduktan sonra devam etmeme gerek kalmıyor. Akıyor zihnimde kendiliğinden Yusuf Hayaloğlu'nun mısraları. İki kelimeyle, "Suydun, ilaçtın" sözcükleriyle başlayan güne garip bir hüzün çöküyor. Şarkının melodisi, şiirin orasına yaklaşıyor:
"Ölümse korktun savaşsa hep kaçtın
Vur kendini korkularda, hadi al
Sen bir suydun, sen bir ilaçtın
Hoşça kal canımın içi, hoşça kal
Hoşça kal iki gözüm, hoşça kal."
Cıks… Sözler bana uymuyor. Çünkü ben ölümden zerre kadar korkmuyorum. Bu düşünce aklımda dolaşırken geçenlerde bir arkadaşımla yaptığımız sohbet geliyor aklıma. Bu mevzudan bir köşe yazısı çıkar, diyerek yazdığım e-postayı kaydettiğim yeri arıyorum. Normal bir gevezelikle başlayan bir e-postalaşma serisiydi. Arkadaşım, "Bu sabah işe gelirken öğrencilerin yüzüne baktım, hepsinin suratı limon satıyordu" demişti. "Kimin suratı gülüyor ki onların gülsün?" dedimdi laf olsun diye.
"Bazen 'Neden yaşıyoruz?' sorusuyla karşı karşıya buluyorum kendimi. Var mı senin buna verecek bir cevabın?" diye sordu bana. Lisedeyken okuduğum bir kitapta karşılaştığım bu sorunun yanıtını o günlerde hayli düşünmüştüm. O yüzden arkadaşım sorduğunda hiç tereddüt etmeden verdim yanıtı: "Mutlu ölebilmek için yaşıyorum."
"Nasıl mutlu ölünür?" diye sordu bu sefer arkadaşım. Hemen arkasından da ekledi: "Ciddi soruyorum ha, sakın gırgıra vurma mevzuyu."
Duyan da her şeyi gırgıra sardığımı sanır… Sadece günün yirmi üç saat kırk beş dakikası vuruyorum her şeyi gırgıra… Eh, ciddi olduğum on beş dakikaya denk getirdim ben de yanıtımı. "İyi bir yaşam sürersen, senden istenen şeyi başarıp iyi bir insan olursan, ölüm geldiğinde onu mutlu bir ruhla karşılayabilirsin" dedim. En azından benim düşüncem böyleydi.
Arkadaşım yeni e-posta yolladı ve konuyu biraz daha açmamı rica ederken gırgıra vurmamamı da tembihledi. Açtım bende mevzuyu:
"İnsanın yaptığı her şey bir amaç doğrultusunda değildir. Hiçbir amaç hatta hiçbir neden yokken içgüdüsel olarak bazı şeyler yapar insan. Söz gelimi bir annenin, çocuğu güvenli bir yerdeyken bile onu koruyup kollamaya devam etmesi buna benzer. Ortada hiçbir risk olmadığı için annenin 'koruma amacıyla' sergilediği davranış aslında içgüdüyle yapılmış amaçsız bir harekettir. Mutlu ölüm derken anlatmak istediğim şey de buna benziyor.
İnsanın bireysel olarak amacı olabilir, bireysel olarak bir şeyleri hedefleyebilir. Ama genel anlamda insanın varoluş amacı diye bir şey yoktur. Nedeni, niçini, nasılı da yoktur. Bunlar olmadığı için ortak bir amaç da bulamazsın. Sadece içgüdüyle yapılan ortak bir amaç vardır: İnsan ırkının devamını sağlamak" dedim. Sonra da özneye onu koyarak mevzuyu açmaya devam ettim:
"Kendi amacını, bireysel bir karar vererek sadece sen belirleyebilirsin. Sebeplerini kendin bulup sonucu inanışın doğrultusunda sen yaratırsın. Eğer ölümü, bir yok oluş değil, yeni bir doğuş olarak görürsen, 'Ölmeyeceğim, yeniden doğacağım' dersen ölümün taşıdığı kötücül anlamları da ortadan kaldırabilirsin. Kötücül anlamların yok olmasıysa ölümü bir amaç olarak görebilmeni sağlar. Ama dikkat et, amaç 'ölüm' olmalı; 'ölmek' değil. Eğer amaç 'ölmek' olursa intihar meşrulaşır. Fakat ölüm olursa aynı zamanda hedef de amacın aynısı olur.
Ecele müdahale etmeden hedefe ulaştığındaysa bedensel olarak 'son'a, ruh olaraksa yeni bir başlangıca varmış sayılırsın. O an da sana bir sınayış imkânı verir. Geriye dönüp baktığında 'iyi' bir ruha sahip olduğuna karar verebilirsen bu da sana mutluluğu getirir. Kötücül duygulardan uzaklaşmış bir ölüm tanımıyla mutluluk birbiriyle harmanlanır. O anda yaşamını sınayışının kriterleri de sana aittir. Her dinin ortak bir söylemi vardır; hatta materyalist düşünce bile aynı söylemi kullanır: 'İyi insan ol, kimseye kötülük yapma, kimsenin hakkını yeme ve elindekileri paylaş.'
Yeniden doğuş zamanın geldiğinde iyi bir insan olduğuna karar verirsen amacına ve hedefine ulaşmış olursun. Kötücül tanımlar barındırmayan bir ölümse, bedeninden uzaklaşan ruhunu özgür kılar. Bunlar da sana mutluluğu getirir.
Başka deyişle, yaşamdaki amacın mutlu ölmek olursa bu da sana iyi insan olarak yaşama zorunluluğu getirir. İyi insan olarak yaşadığındaysa mutlu bir ölüme ulaşırsın. Sonrasında da adına ister reenkarnasyon de ister Araf'a varış de istersen de cennete giriş de… Adı ne olursa olsun yeniden doğuş seni bekler. Kesin olan şeyse mutlu bir ölüm, mutlu bir yeni doğuş demektir" dedim.
İşte bu noktadan sonra ciddi davrandığım on beş dakikalık sürenin dolduğunu fark ettim…

Sayfa: 30/55