Güvenmek ve Fare Sütyeni! Paylaş!

Ne zamandı hatırlamıyorum? Emin olduğum tek şey insanlara karşı güvenimi kaybetmiştim. Şimdilerde bana çok saçma gelen o neden, o dönemde hayli gerçekçiydi. Aldatılmışlığın getirdiği bir güvensizlikten en çok nasibini alan da insanlarla olan ilişkilerimdi.
Güvenemiyordum… Ne yaptıysam ne ettiysem ne kadar uğraştıysam bir türlü aşamıyordum zihnimde oluşan o duvarı. Hep bir yerlere takılıyordum. Bazen çok küçük bir şüphenin peşinden saçma sapan düşüncelerle koşarken buluyordum kendimi. Bu koşuların çoğunda da beklentimle bire bir uyuşmasa da septikliğimi doğrulayan şeyler elde etmek işleri daha çok zorlaştırıyordu. Yakalanan her küçük yalan zihnimde kurduğum o duvarı yükseltiyordu. Bir süre sonra kontrolümü kaybetmeye başladığımı fark ettim. Kurduğum bağlarda ufak tefek uyuşmazlıklardan yola çıkarak geliştirdiğim teorilerin yaşamımı zora soktuğunu fark ettim. Durmam gerektiğini kendime söylememe rağmen bunu başaramamak da ayrı bir dertti. Ama bir gün hiç beklemediğim anda karşılaştığım kısa bir yazı zihnimdeki o duvara inen en ağır balyoz darbesi oldu.
Hıncal Uluç'un bir yazısıydı. "Evet, ben safım ve hatta salağım" benzeri bir cümleyle başlıyordu yazısına. "Gereksiz yere insanlara güvendiğim doğru, ama size şimdi bir soru soracağım" anlamına gelen cümle dizileri kurduktan sonra devam ediyordu.
Şimdi tabii ki yazıyı kelimesi kelimesine hatırlamadığım için zihnimde kalanları toparlıyorum. "Ayşe'ye, Mehmet'e güvendiysem ne olmuş? Ya da onlar benim güven duygumu sömürüp benden faydalanmışlarsa ne olur? En fazla biraz param gider, biraz duygularım sömürülür, biraz başka bir şey olur. Ben yine yeni Ayşeler, Mehmetler bulurum. Peki ya beni aldatan, beni kandıran Ayşeler ve Mehmetler onlara karşılıksız güvenen başka Hıncallar bulabilir mi? Şimdi söyleyin bakalım hangimiz salakmış?"
Yazıyı okuduğum anı çok iyi hatırlıyorum. Bir yaz günüydü. Uykusuz geçen bir gecenin sonunda yan taraftaki bakkalın açılmasıyla aldığım gazete yığınını eritiyordum. Yazı çok sadeydi. Daha önce benim de defalarca kendime söylediğim cümlelerden farklı değildi söyledikleri… Ama bazen beklenmedik şeyler oluyor yaşamda. Hiç tahmin etmediğiniz bir anda sizin de zihninizde olan bir şeyi başkasından duymak bakış açınızı değiştirebiliyor. Üstelik ben Hıncal Uluç'un yazılarını sadece okumuş olmak için okuyan biri oldum her zaman. Buna rağmen o yazıyla zihnimdeki duvara inen balyozu da yere bırakmadım. Bir süre sonra kontrolümü arttırmayı başardım. Gözüme takılan ufak tefek uyuşmazlıkları yalan olarak değerlendirmemekle başladım işe. Evet, hoş değildi ama yalan olarak değerlendirilmemesi gereken şeylerdi bunlar. Zihnimdeki duvara son darbeyiyse yaşadığım bir gerçek vurdu. Kaybettim… Karşınızdaki kişiye güvenememenin en ağır bedeli olan o duyguyu yaşadım. Ve sonra zihnimdeki o duvar yıkıldı…
Güvenmek konusunda tereddüt ettim ve bu tereddüt nedeniyle iyi bir dost olarak yaşamımda yer edebilecek birini kaybettim. İlk başlarda kendime söylediğim, "Yine kandırıldım" cümlesi bir süre sonra havada asılı kaldı. Kandırılmaya çalışılan kişi olmadığımı fark ettiğimde anladım nasıl önemli bir şeyi kaybettiğimi. O gün başka bir gerçeği öğrendim. Kaybetmek bazen nasıl bir kazanıma dönüşüyorsa, kazandığınızı zannettiğiniz anlar da büyük bir kayba dönüşebiliyor.
O günden sonra ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Ama ben de elimden geldiğince karşılıksız güvenmeye çalışıyorum o zamandan beri. Evet, kandırıldığım, aptal yerine konduğum, sömürüldüğüm ve bazen "Keşke dikkatli olsaydım…" dediğim anlarım oldu. Ama ben, benim için önemli olan hiç kimseyi güvensizlik nedeniyle kaybetmedim; beni aptal yerine koymaya çalışanlarsa onlara güvenen bir adamı kaybetti. Şimdilerde karşılıklı güvenin varolduğu dostluklarımın tamamı bu kural çerçevesinde başladı. Kayıplara değil kazanımlara dayanan bir güven duygusuysa aslında insanın sahip olabileceği en güzel duygulardan biri.

"Zortbank! Güveninizin eseri!" diyor İçimdeki Herif!
"- Ula uşak, bir sefer de edepli bir çıkış yap, nerede fırlamalık, tospalık orada sen!"
"Bence bu tür yazıları boş ver Tubab. Ciddi anlamlar ifade eden yazılar yakışmıyor sana. Gırgır ve şamata yazıların daha keyifli oluyor. Gel, bu güvenle alakalı yazıyı silip onun yerine fareleri kaleme alalım."
Ekran başında yavaş yavaş başımı iki yana sallıyorum. Çünkü farelerden nereye varacağını biliyorum. Facebook'taki durum gönderilerine yazdığımda belki denk gelenleriniz olmuştur. Kanadalı bilim insanları bir deney gerçekleştirdi. Erkek cinsiyetine sahip denek fareler, zamanı gelince fare sütyeni adı verilen bir zımbırtı giydirilmiş dişi farelerle çiftleştirildi. Daha sonra erkek denek farelerin, çıplak fareleri değil sütyenli fareleri tercih etmeye başladığı saptandı. İşte bu haberi okuduğum günden beri İçimdeki Adam beni yeyip bitiriyor… Konuyu şamataya aldırmak için ısrarla baskı yapıyor bana.
"Olmadı ama Tubab, deneyin en mühim sonucunu söylemeyi unuttun!" diye mıkırdanıyor İçimdeki Adam. Söyleyelim tabii; çünkü gerçekten önemli. Deney yapılırken erkek farelerin beyin aktiviteleri de ölçülüyor. Sütyenli fareyle çiftleşen erkeğin beyin aktivitelerinin, sütyensiz fareyle çiftleşirkenki aktivitelerden daha yoğun olduğu saptanıyor. İşte zaten İçimdeki Adam'ın olayı şamataya vurma arzusu da bu bilimsel sonuçtan doğuyor.
"Ben onu bunu bilmem, Murti. O deneyi yapan bilim insanları kesin kadın!"
"- Hoppala, o nereden çıktı şimdi? Cinsiyetçi olmayalım lütfen!"
"Yok, Tubab, yok… Eğer deneyi yapan erkek olsaydı o beyin aktivitelerinin nedenini şıp diye bilirdi. O sonucu araştırmak için tek kuruş ödenek harcamazdı."
"- Bak, bu konudan güzel bir zihin karikatürü çizebiliriz, İç Ses!"
"Boş ver karikatürü, gel biz bunun komik haberini yazalım. Mesela deneyin ilerleyen aşamalarını planlayalım. Bence Kanadalılar, bilim adına… insanlık adına… önemli araştırmalar yapmak için çalışacaklar ve deneyin bir sonraki aşamasında şempanzelere jartiyer giydirecekler."
"- Bence şempanze olarak seni incelemeleri daha uygun olur İç Ses. Bu durumdan şikâyetçi olmam ancak Kanadalılar alıklık yapıp jartiyeri sana giydirmeye çalışırlarsa durum çok ürkütücü olur."
"Tövbe de ulan! Git elini yüzünü yıka, ağzını hayra burnunu havaya aç, kurşun döktür, nazar al, tek ayağının üstünde zıpla falan filan fistan ve de bostan… Ne edersen et ağzına alma öyle şeyler ulan, yel almazsa şanımız yıkılır. Lazız biz nihayetinde, mevzu bozar delikanlıyı!"
"- Yel aldı yel… Rahat ol… Zaten şempanzelere jartiyer giydireceklerini sanmıyorum. Çok riskli bir davranış olur."
"Ne gibi bir risk?"
"- Şempanzeden bahsediyoruz İç Ses. Bildiğin maymundan. Maymun ne anlayacak jartiyerden? on ikişerli denek grubu oluştururlarsa ne olur biliyor musun? Üç güne kalmaz gazetelerde şöyle bir haber çıkar: 'Hayvanseverler isyan etti! Kanadalı bilim insanlarının yaptığı deneyde jartiyerle oynarken kendini boğarak telef oldu!'"
"Hah! İşte bunu haber yapalım, Murti. Bir sonraki aşamada da şu erkek farelerden biri İngilizce öğrenip o an beyninde tespit edilen aktivitenin kaynağını açıklasın!"
"- Yok, yok… Çok uzar yazı zaten uzadı. Mevzuyu zihin karikatürüne çevirelim, olsun bitsin. Espriyi oraya gömeriz ve bu yazıyı da burada bitiririz…"

Zihin karikatürü: Fare sütyeni
Karikatürün üst kısmında geçenlerde sonuçları açıklanan bilimsel çalışmada elde edilen bulgulardan biri olan, "Sütyen giydirilmiş dişi fareyle çiftleşen erkek farelerde yoğun beyin aktiviteleri saptandı" cümlesi yer alıyor.
Karikatürün odak noktasında çevresi tahta ile kapatılmış bir alanda duran iki fare çizilmiş. Sütyen giymiş dişiyle çiftleşen erkek farenin kafasındaki başlıktan çıkan kablolar çevredeki cihazlara bağlanmış durumda. Üçü kadın biri erkek dört bilim insanı, deneyi yürütüyor. Gözlüklü bir kadın, erkek olana şöyle diyor: "Profesör… çok yoğun beyin aktiviteleri saptadık. Nedenini araştırmaya başladık." Beyaz saçlı ve gülümseyen bir yüz ifadesiyle duran erkek profesör yanıt veriyor: "Araştırmanıza gerek yok… Yanıtını biliyorum."
Bu karikatürün hemen üstünde yse profesörün geçmişte yaşadığı bir anısını gösteren ikinci bir karikatür çizimi var. Bu çizimde, ergen yaşta olan profesör, kız arkadaşıyla yarı çıplak olarak cilveleşiyor. Kızın üstünde sütyen var. Ergen profesörün yüz ifadesinden o an hem çok heyecanlı olduğu hem de yoğun beyin aktiviteleri sergilediği anlaşılıyor. Eli, kızın sırtında sütyenin üstünde olan ergenin o an aklından, yoğun beyin aktiviteleri oluşturan şu cümleler geçiyor: "Nereden açılıyor ulan bu! Nasıl! Nasıl! Nasıl!"

Sayfa: 22/54