Susam Salonu'ndaki Lanetli Aşk Paylaş!

Arkadaşlar soruyor, " YGS ne oldu?" diye. "Barajı aşacak kadar soru okuyamadım ki!" diyorum gülerek. "Yok artık!" dedi bir tanesi, sınava bilgisayarla girdiğimi biliyordu. Buyurun, okuyun ve ÖSYM'nin en ılımlı ve akılcı halinin körler için ne anlama geldiğini öğrenin.
"Yiğidi öldür hakkını ver!" demiş atalarımız. Her ne kadar ortada bir yiğitlik olduğunu düşünmüyor olsam da hakkı verelim ki objektif bakış açımıza gölge düşmesin. Bu sene, sınav anına kadar ÖSYM ile kurduğum ilişki neredeyse kusursuzdu. Görevliler saygılıydı. Ösym, beş yıldır, sınavla ilgili bildirimleri telefonla yapıyordu. Ailem de ÖSYM'den gelen her telefona, "O bizden ayrı yaşıyor, onunla iletişim kurmak istiyorsanız e-posta atın, sağır birini telefonla aramanızın anlamı yok" diyordu.
ÖSYM bu yıl ilk teması doğrudan e-posta ile kurdu. Ankara'da sınava alınmam için yaptığım başvurunun kabul edildiğini ve ÖSYM'de çalışan iki bilgisayar mühendisinin Belek'e gönderileceğini bildirerek, yanlarında getirecekleri dizüstü bilgisayarın yapılandırılmasında iş birliği yapmamı rica ettiler. "Buyursunlar, beklerim" dedim. Gelen mühendisler gerekli ayarları yaptılar. Okuma hızımı doğrudan etkileyen ve monitörü göz hizasında tutan sehpayı bile ellerine metre alıp ölçtüler. İnanılması çok güç gelecek size belki ama sınav salonunda da ihtiyacım olan tüm donanımlar eksiksiz olarak hazırlanmıştı. Sorular bilgisayara silinebilir bir dosya türünde yüklenmiş, dizüstü bilgisayara normal bir klavye ve fare bağlanmış, büyük boyda bir ekran, belirtilen ölçülere göre ayarlanmış sehpanın üstüne yerleştirilmiş ve bilgisayarı hızlı yönetmek için kullandığım gamepad hazırlanmıştı.
Atasözümüzün gereğini yerine getirerek yiğidin hakkını teslim ettik mi? Ettik… Gelelim sistemin paslı çarklarında parçalanmasına çalışılan körlerin trajikomik durumuna.
Ankara'ya yola çıkmadan bir gün önce ÖSYM yetkilisinden gelen e-postayla, ek süre talebimin reddedildiği bildirildi. Ancak txt formatında üslü sayılar gibi bazı karakterlerin görüntülenmiyor olması nedeniyle bu sorulardan muaf tutulacağımı v e bu muafiyetten oluşacak zaman tasarrufunun da ek süre eksikliğini gidereceğini düşündüklerini bildirdiler. Ama tabii bu onların kurumsal fikriydi. Çünkü bilinçli körlerin büyük bir kısmı soru muafiyeti uygulamasına karşı çıkar. Şekilli sorularla zorluk açısından eşdeğer şekilsiz soruların verilmesi gerektiğini savunur. Ben de yetkiliye bunu söyledim ve sorulardan muaf tutulmak istemediğimi bunun yerine imkân varsa alternatif soru verilmesini talep ettim. Talepte bulunurken böyle bir imkânın olmadığını biliyordum o ayrı.
Sınav günü gerçekten ilkleri yaşadım(!) Gören kişilerin çoğu bize uygulanan sınav taktiğini bilmez. Körlere öyle elini kolunu sallaya sallaya sınav salonuna kendi başına girme hakkı verilmez. Daha doğrusu hak demeyelim de bunu yapabilmemiz için gerekli şartlar oluşturulmaz. Geçmiş yıllarda bastonunu sınav binasına sokamayan arkadaşlarımız olmuştur. Kapıda duran bir görevli bize sınav salonuna kadar eşlik eder. Sınav güvenliği için dağları taşları delen, sınav salonlarına bastonlarımızı almayan ÖSYM teoride süper olan güvenlik kontrolünün pratikte yan yattığını bilmiyor.
Beş yıldır YGS'ye giriyorum, sınav binası girişinde tek bir kez bile üstüm aranmadı. Bu konuda da yalnız olduğumu sanmayın. Sınav salonuna cüzdanıyla girmeyi bırakın cebinde iphone'u ile giren, telefonu fark ettiğinde de bizzat görevliye teslim eden kördaşlarımız var.
Geçen haftaki sınavdaysa polis üstümü aradı… Bir an panikleyip, "İmdat! Polis!" diye bağırarak yardım istemek geçti aklımdan. Trafik kazasına şahit olduğunda, "911'in numarasını bilen var mı?" diye bağıran sersem Amerikalı gibi tepki vermemek için kendimi zor tuttum. Sınav salonuna giderken bana eşlik eden yazılım mühendisine, "Biliyor musunuz ilk kez üstüm arandı?" dedim. Güldü… Meğer polis ona sormuş, "Üstünü arayalım mı?" diye. Yazılım mühendisi görevli de, "Siz bilirsiniz" deyince adet yerini bulsun diye aramışlar. Polis de haklı. Nereden bilsin körlerin büyük çoğunluğunun iphone kullanım kabiliyetinin görenlerinkinden üstün olduğunu? Körüz ya? Suç işleme olasılığımızın olmadığı düşüncesi hâkim. Ha, belki siz buna "kör kitleye güven duygusu" dersiniz ama aklı başındaki tüm körler bunu "yersiz acıma duygusu" olarak adlandırıyor.
Sınavın başlangıç saatini beklerken yazılım mühendisi görevliyle bilgisayarda son kontrolleri yaptık. Kaç sorudan muaf tutulduğumu sordum. Elinde bir bilgi yoktu. Başlangıca kısa bir süre kala sorulara bakarak saydığında 104 sorudan sorumlu tutulduğumu söyledi. Bir şey demedim. Sadece kör olanlara uygulanan muaf soru sayısının üstünde olduğunu anlamak için âlim olmaya gerek yoktu.
Sınav başladı. Masaüstüne atılmış olan Türkçe soru dosyasını açtım. İlk soruyu okudum ve cevapladım. Paragraf sorusuydu. İkincisini de okudum ve cevapladım. O da paragraf sorusuydu. Yanımdaki görevliye, "Mümkünse bana kısa soruların numarasını söyleyebilir misiniz?" dedim. Burada bir vurgu yapmak istiyorum. "Kolay soruları" değil, "kısa soruları" söylemesini rica ettim; yani sayfadaki harf kalabalığına kabaca bakmasını.
"Üzgünüm ama bu sınav kurallarına aykırı" dedi.
"Beş yıldır girdiğim tüm sınavlarda görevliler benim elime kısa soruları yazdı, üstelik ÖSYM'nin mahkemelere gönderdiği evrakta böyle bir kural yok" dedim. Görevli aynı cümleyi tekrarlayınca ısrar etmedim. "Peki o zaman ama size söyleyeyim, ÖSYM yetkilileri beni samimiyetsizlikle suçlayacak" dedim.
Nedenini sordu. "Kısa soruları seçme imkânım olmadığı için kaybedeceğim süre yüzünden, çözeceğim soru sayısı az olacak ve diğer sınavlarla karşılaştırıldığında, 'Soruları adamın avucuna tek tek yazsak da bilgisayara yükleyip versek de aynı oranda soru okuyor, ne iş?' diyecekler" dedim. Yorum yapmadı, ben de ısrar etmedim. Nihayetinde bir şeyi değiştirme şansım yoktu. Dört veya beş Türkçe sorusu yaptıktan sonra o testi kapadım çünkü paragraf soruları Orhun Kitabeleri'nden daha uzundu.
Sosyal bilgiler testini açtım. Sıradan okumaya giriştim. Tabii tarih sorularının da Türkçe paragraf sorularından pek farkı yoktu. Nihayetinde ben sınav boyunca yaklaşık otuz soru okudum ve bunların yirmi dört tanesini işaretlettim. Türkçe'de hiç hata yapmamışım ama sosyalde altı yanlış yapmışım. Sanırım susam kokusu beni düşündüğümden çok daha fazla etkiliyor…
Ne susamı mı?
Bildiğiniz simit susamı!
Sınavın sonlarına doğru yani saat öğlen olduğunda burnuma çıtır çıtır bir simitten yayılan susam kokusu geldi. Bir an açlıktan gözümün döndüğünü ve halüsinasyon gördüğümü düşündüm. İki elimle başımı şiddetle sarstıktan ve göbeğime iki tane okkalı tokat attıktan sonra tekrar havayı kokladım.
Göbeğime attığım şaplak yüzünden kendimden utandım… Çünkü hayal görmüyordum. Resmen ya iki metre ötemde simit yeniyordu ya da sınav salonu kapısında yenip içeri girilmişti. Aslına bakarsanız iki metre ötemde yendiğinden neredeyse emindim emin olmasına ama bir ara odaya kamera kurma çabası içindeydiler. "Hadi ben kör ve sağır olduğum için aynı zamanda burunsuz da olabileceğimi düşünmüş olabilirler ama kamera varsa nasıl oldu da yediler?" diye kendime soruyordum. Ancak kameranın kurulmamış olma olasılığı veya kameranın arkasında bir boşluk olma olasılığı da var tabii. Emin olduğum tek şey simitin varlığıydı.
Bana simit ikram etmemelerinin beni ne kadar derinden yaraladığındanve bu hareketin nasıl büyük bir vicdansızlık olduğundan dem vurup gözyaşlarına kapılma hususlarından bahsetmiyorum bile. Amma velakin ve filhakika ben tek bir susam tanesi yemeden sınav süresinin dolmasına on beş saniye kala elimdeki gamepadi bırakarak geri çekildim.
Yazılarımı okuyanlar bilir. Sesleri duyarım; ama algılayamam çoğu zaman. Sınav günü bana eşlik eden görevlilerse bu detayı sanırım gözden kaçırdılar. Çünkü sınav süresi boyunca ara ara derin sohbete daldılar. Herhangi bir şeye odaklanma sorunum olmadığı için etkilenmedim onların sohbetinden o ayrı bir konu. Burada itelemek istediğim mesajın temelinde biz sakatların duyularına karşı gösterilen saygının seviyesi var. Hiç duymuyor olsam bile yapılan bu davranış saygısızlıktır. Hatta bence fırsatçılıktır.
Sınava girerken kazağımın üstüne, ön tarafında " AYRIMCILIĞI REDDET!" yazan tişörtü giymeyi ihmal etmediğimi de söylememe gerek var mı, bilmiyorum. Diğer detayları da söyleyeyim mi sizlere? Söyleyelim. Atasözümüz eksik kalmasın…
ÖSYM'nin bizleri ne kadar önemsediğini, sakatlara ne kadar değer verdiğini anlamak için sayılara bakmak yetiyor. Bu seneki YGS'ye iki milyon kırk bin küsur kişi girdi. Bunlardan sadece dört bin küsuru engelliydi. Dikkat edin, "Dört bini kördü" demiyorum, "Engelliydi" diyorum. Yani bu dört bin küsur kişiye, bedensel, işitme, görme engelliler ve diğer engelli tiplerinde olanlar da dâhil. Sınava giren körlerin sayısını varın siz kabaca hesaplayın.
Sınava katılan kişi sayısı ile kıyaslandığında bir avuç bile tutmayacak sayıdaki körlere verilen soru okutmanları her zamanki gibi eğitilmemişti. Soru okuma tekniğini bilmiyorlardı. Soru okuma tekniğini bilmeyi bırakın, merdivene geldiklerinde bastonu olmayan az göreni veya hiç görmeyeni uyarması gerektiğini düşünemeyen görevliler vardı. Geçtiğimiz yıllarda girdiğim bir sınavda az kalsın merdivenlerden Boeing Burhan gibi uçuyordum. Bastonla salona girme şansım olmadığı ve görevli de merdivenlere geldiğimizi bana bildirmeyi akıl etmediği için yaşanan bir olaydı. Size garanti veririm ki onlarcası yine yaşandı.
Soru okutmanlarının hatalarını anlatmaya gerek yok… "Mondros" kelimesiyle "Montrö" kelimesini birbirine karıştıran okutmanların olduğunu söylemek yeterli olur sanırım?
Bitti mi peki?
Cıks… Biz körüz… sağırız… sakatız… Engellilerin ÖSYM ile yaşadığı lanetli aşk bitmez…
Körlerden sonra bu lanetli aşktan en çok etkilenen engelli grubu sağırlar. Ankara'ya güvenli bina denen zampiring yere davet edilen engelli sayısı 128'di. "zampiring ne demek, ula uşak?" diye sormayın bana, bazen hukuki sorunlar yaratabilecek kelimeler kullanmak yerine uydurma bir kelimeyi yazmak daha manalı oluyor. Siz "zampiring" kelimesinin yerine uygun gördüğünüz bir şeyi iteleyebilirsiniz.
Zampiring'e çağrılan bu adaylar arasında sadece kırk kişi şehir dışından gelmişti. Diğer adaylar Ankaralıydı. 128 kişinin içinde bildiğim kadarıyla benden başka kör yoktu. Diğerlerinin büyük çoğunluğu işitme cihazı kullanan sağırlardı. Şimdi tabii sağlık sorunu olmayanların büyük kısmı mevzuyu tam anlayamayabilir. Ben kısaca özetleyeyim. Değil normal işitme cihazınız, beyinsapı veya koklear implantı ile kullandığınız ve biyonik kulak denen zımbırtınız bile olsa onu çıkarmadan ÖSYM sınavına giremezsiniz. Yasak…
Ya kulağınızı sınav salonunun kapısında bırakıp cihazsız gireceksiniz ya da Ankara'ya davet edilmeyi umacaksınız. Ha tabii Ankara'ya yapılan davette ÖSYM'nin elini cebine attığını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Yok öyle bir sosyal devlet bakış açısı ÖSYM'de. Diğer adaylar sınav harcını verip koçlar gibi kendi şehirlerinde sınavdan yararlanırken Ankara'ya gidenler ceplerinden tonla para harcamak zorunda kaldı. Bunu neden mi anlattım? Şehir dışından gelen kırk kişinin az olma sebebini bilmenizi istedim. 15 Mart'taki sınavda yüzlerce sağır genç de Ankara'ya gitmek yerine kulaklarını kapının önünde bırakarak sınava girdiler.
ÖSYM bu sene Ankara'da bizleri sınava aldı ama kaderimize terk etti. Hiçbir lojistik destek vermedi. Kuruluş kanununda sınav için her türlü devlet kurumuyla iş birliği yapma yetkisi onlara verilmişken Ankara'da misafirhanesi bulunan kurumlarla temasa geçip o kırk kişinin temel konaklama ihtiyacını karşılamayı akıl etmedi. Her ne kadar büyük çoğunluğu sınav masrafına gidiyor olsa da bu yılki sınav harcından yüz iki milyon lira topladılar.
Kırk kişiyi ağırlamadılar.
Bitti mi?
Cıks… Bu, Türk Engelli Tarihi'nin en lanetli aşkı!
Doğuştan sağır olan ve işitme cihazından faydalanamayanların tamamı işaret dilini kullanır. Bu dil, sesli iletişim kuranların kullandığı dilden biraz farklıdır. Takılar, heceler bazen yoktur; direkt kelime vardır. Bundan dolayı doğuştan sağır olan kişilerin bir kısmının algısı sesli iletişim kuranlar kadar keskin değildir. Bunun temel nedeni de
okulda verilen eğitimin yeterli olmamasıdır. Okuduklarını anlarlar; ancak birçoğu yazarken takı ve kelime hatası yapar. Bunları size önbilgi olarak veriyorum. Çünkü ÖSYM sağırlara da ağır kelime oyunu olan paragraf sorusu veriyor…
Sağır gençlerin de birçoğu bir şekilde bu soruları yapıyor. Ama durum ne biliyor musunuz? Aileler ÖSYM'den sağırlar için ayrı bir sınav yapılmasını istiyor. Ama bazı gerçekleri fark eden sağırlar da buna karşı çıkıyor.
Aynı şey körler için de geçerli. ÖSYM'nin üst düzey bazı yetkilileri körlere ve sağırlara ayrı sınav yaparak bize haklarımızı vermek istiyor. Şükürler olsun ki şu ana kadar bu anlamsız düşünceye karşı çıkan başka üst düzey yetkililer de var. Bilinçli körler ve sağırlar ne istiyor biliyor musunuz? Fırsat eşitliği… biraz anlayış…
Ayrı sınav istemiyoruz çünkü o ayırmanın sadece sınavla kalmayacağını hepimiz biliyoruz. Sağlık sorunlarımız nedeniyle yeteri kadar ayrımcılığa uğruyoruz zaten. Üniversite sınavında ayır, YDS'de ayır, KPSS'de ayır… Hadi sınavda ayırdık, okulda ayır, işyerinde ayır, hastanede ayır… Nereye kadar? Ondan sonra ne oluyor biliyor musunuz? Kör birey gidiyor aslanlar gibi Boğaziçi'ni kazanıyor. Bileğinin hakkıyla kazanıyor o sınavı, ÖSYM'nin puan takviyesi ile değil. Ama sonra iş, "Engelli olmasaydın Boğaziçi'ni kazanamazdın" cümlesine geliyor. Şimdi kabul edebilirsen et bakalım o ayrı yapılması düşünülen sınavı. "Size kolay soruyorlar bize zor" diyecekler bu sefer. Siz-biz olarak iki ayrı gruba tıkılmış olacağız. İşte bu yüzden bilinçli engelliler bunu kabul etmiyor; bunun yerine fırsat eşitliği istiyor.
Körler, şekilli soruların toptan iptal edilmesi yerine onlarla aynı zorlukta olan şekilsiz sorular istiyor ve tabii ek süre… Sağırlar da aynı şeyi istiyor. Karmaşık paragraf soruları yerine aynı zorlukta kısa sorular ve ek süre. Bir avuç köre dijital sınav yapmak bu kadar mı zor? Kendi kaderlerini kendileri tayin etmek isteyen körlere bu imkânı vermek için Einstein'ın mezardan kalkıp ÖSYM'de işe başlamasına mı ihtiyaç var?
ÖSYM'nin uyguladığı sınav taktiğini neye benzetiyorum biliyor musunuz? Burnu ve kulakları olmayan yumurta kafalı bir adama gözlük vermeye. O yumurta kafalı birey gözlükten ne kadar faydalanabiliyorsa bizler de ÖSYM'nin fırsat eşitliği ilkesinden o kadar faydalanıyoruz.
Ha, ben ne mi yapacağım?
Ben beş yıldır girdiğim hiçbir sınavda sadece bilgisayar istemedim. Bu bilgisayara yüklenen soruları okuyabilmek için ek süre de istedim. Açtığım davaların hepsinin başvuru dilekçesinde ek süre de yer almıştı. Bilgisayarı almam beş yıl sürdü, gerekirse bir beş yıl da ek süre için uğraşacağım. Er ya da geç, ÖSYM o hakkı vermek zorunda kalacak; daha doğrusu ben o hakkı onlardan zorla almış olacağım.
İnadım inat, burnum dört kanat…

Sayfa: 21/54