Bir Kör Öyküsü: Terlik Paylaş!

Sesli versiyonunu dinlemek için tıklayın!

Bir Kör Öyküsü: Terlik

Bilgi: Öyküde, az gören/görmeyen bireylerin sokaklarda yaşadığı ve körler tarafından hoş görülmeyen olaylar mizahi bir dille hikâyeleştirilmiştir. Kelime dizisi sonunda (*) sembolüyle işaretlenmiş yerler; görmeyenlerin sık sık karşılaştığı "gerçek" cümleleri, rahatsız edici davranışları veya yazımdaki yerine göre "doğru görülen" hâlleri ifade etmek için kullanılmıştır.

Bir Kör Öyküsü: Terlik

Beliz, yanında oturan arkadaşının bedenini iteklemesiyle otobüs koltuğunun diğer ucuna doğru bir kez daha kenara kaydı. Arkadaşının, başını diğer tarafa çevirip tıslarcasına bir sesle, "Jimnastikçi misiniz?" dediğini duyunca şaşırdı. Bir adamın verdiği, "Hayır, neden?" yanıtını işitti. "Sesinizin tokluğuna bakılırsa yaşınız hayli geçkin; ama yine de sorayım: Yeni mi sünnet oldunuz?"
Beliz, arkadaşının dişlerini sıkarak söylediği cümleyi işitince parmaklarını telefonunun üstüne birkaç kez tıklatarak dinlediği e-postaya ara verdi. Kız, elini havaya kaldırıp işaret ve yüzük parmağını makas gibi hareket ettirirken, "Sünnet… Yeni mi sünnet oldunuz?" diye tekrar sordu. ޞaşkınlık içinde olan adam ağzında birkaç şey gevelerken, Beliz'in arkadaşı konuşmaya devam etti: "Bacaklarınız pergel gibi açık da… Bir kadının bacağına sürterek tatmin olmaya çalışacak kadar hayvan olmadığınıza göre sonradan çıkmalarınızı açmanızın bir nedeni olmalı?"(*)
Beliz, gülerken az kalsın kucağındaki bastonunu düşürecekti. Ancak otobüsün karşı koltuğunda oturan diğer yolcular durumu pek de eğlenceli bulmamıştı. Homurtular arasında yaklaşan durağın anonsunu ve hemen ardından hızlı adımlarla koridorda yürüyen birini fark etti. Sinirceli bir hâlle, "Puşta bak? Utanmasa üstüme çıkacak şerefsiz!" diyen arkadaşını duyan Beliz, Onu koluyla hafifçe dürterek boş vermesini söyledi. Öyle ya da böyle; kadına yönelik taciz dünyanın her yerinde "engel tanımıyordu".(*)
Otobüs son durağa yanaşırken arkadaşıyla vedalaştı ve onun peşinden araçtan indi. Sol tarafa yönelen kızın baston tıngırtıları yavaş yavaş uzaklaşırken Beliz sağa doğru yürümeye başladı. Henüz üç-beş adım atmıştı ki, "Yanlış yöne gidiyorsun!"(*) seslenişinin hemen ardından kolunda başka birinin elini hissetti.(*) "Kızım, arkadaşın diğer tarafta!"(*)
Beliz, ilk önce gülümsedi. Tonton mu tonton olduğu sesinden belli olan yaşlı adama, doğru yöne gittiğini söylemesi yeterli olmadı. Anlayışlı bir ses tonuyla gitmesi gereken semt adını söyleyinceye dek yaşlı adamı ikna edememişti. Yapılan herhangi bir davranış bir yana, dalgınlıkla ortaya çıkan ve görme yetisiyle hiçbir alakası olmayan durumlarda bile asıl sebebin körlük olduğu sanılırdı.(*)
Genç kadın kâh sarı referans çizgileri takip ederek kâh telefonundaki uygulamadan gelen komutları dinleyerek yirmi dakika kadar yürüdü. Her boşta kaldığında koluna birinin girmesini o kadar kanıksamıştı ki, bazen ne kendisi ne de koluna giren kişi tek kelime ediyordu.(*) Sinyalizasyon sisteminden gelen bipleme tonu değişince yola indi. Güneş tam tepedeydi ve Ağustos sıcağı nedeniyle yollar tenhaydı. Karşıya geçtiğinde tam kaldırıma çıkacaktı ki yanında yürüyen adam, Beliz'in elini tutarak kaldırıma çıkmasına yardım etti.(*) Ama öyle normal bir el tutuş değildi bu. Adam; parmaklarını, Beliz'in parmaklarının arasına geçirmiş ve sanki bir sevgiliymiş gibi kavramıştı.(*) Kaldırımın, merdiven dayayarak çıkılacak kadar yüksek olduğunu göz önünde tutarsa,(*) adama teşekkür etmeliydi. Sıcaktan bezmiş bir hâlle terli elini adamın elinden çekerken sakince sordu: "Pandemi dönemindeyiz, farkında mısınız?"(*)
Beliz, "Hım…" sesini ve onu takip eden kısa bir sessizlikten sonra adamın sorusunu duydu: "Yani pandemi döneminde olmasak, karşıdan karşıya geçerken elini tutmamın bir sakıncası yok, öyle mi?" Kadının düşüncelerinde anlık bir duraksama oluştu. Adam doğru söylüyordu. Evet, kimisi masum ve iyi niyetli kimisi tacizkâr el tutuşlar daha önce de başına gelmişti;(*) ama bu davranışın salgınla hiçbir alakası yoktu. Beliz, açılan fermuar sesini işitince düşüncelerini bir kenara bıraktı. Hemen sonra boşta olan sağ elinin parmak uçlarına dokunan ve nazikçe yukarı kaldıran diğer eli hissetti. Bir şey uzatıldığında veya bir şeyin gösterilmesi gerektiğinde hiçbir ön uyarı cümlesi kurmadan elin tutulup kaldırılması o kadar alışılmış bir şeydi ki,(*) Beliz elini geri çekmedi. Ancak elbette tüm görmeyenlerin tercihi, "Elinizi uzatır mısınız?" benzeri bir cümle duymaktı.(*) Sağ eline birkaç kez dezenfektan fıs fıslayan adam, bastonu tutan sol eline de aynı şeyi yaparken hayranlık dolu bir ıslık çalıp sordu: "Tek taş kelepçeyi parmağına taktın ha?"
Beliz, şaşırmıştı. Kendi eline de dezenfektan süren adama, "Kimsiniz?" diye sordu. "Cık-cık-cık"layan adam yanıtladı: "Hani körlük hiçbir şeye engel değildi? Gerçi yıllar önce bu cümleyi kurarken bluzunda öğlen yediğin hamburgerden sıçramış ketçap lekesi olması büyük bir talihsizlikti ama o ayrı bir konu." Küstahlıktan uzak ve neşeli bir edayla söylenen her kelimeyle Beliz'in düşüncelerinde yeni bir dalgalanma oluyordu ama herhangi bir tanıdık kişi ortaya çıkmıyordu. Nezaketi bir kenara bırakmaya karar verdi: "Kimsin ulan, sen?"
Adam iç çekti. "Bir de körlerin duydukları sesi hiç unutmadığına inanılır…(*) Bu da yalanmış meğer!" Beliz, neşeli bir sesle söylenenleri dinlerken düşüncelerindeki buğuyu silmeye çalışıyordu. Bir kez daha sordu: "Kimsin?"
Çevresinde dolanarak arkasına geçen adamın ayak seslerini işitirken tedirgin değildi. Tanıdığı; hatta çok iyi tanıdığı ama çok uzun zamandır görüşmediği biriyle karşılaştığına emindi. Ortada sıfır beklenti varken ses tonunun kime ait olduğunu bilememesi de gayet normaldi.(*) İlk önce omzundan öne doğru uzanan iki eli fark etti; hemen ardından da alnından gözlerine doğru yumuşak bir dokunuşla inip gözlerini kapatan parmakları. Kulağına doğru eğilen adamın, "Bil bakalım, ben kimim?" deyişini duyduğunda düşüncelerinde canlanan anıyla zihnindeki buğu uçup gitti. "Salak…" diye mırıldanırken yüzünde büyük bir tebessüm belirmişti. Hızla arkasına dönerek sordu: "Burada ne işin var, Ada?"
Adam güldü. "Seni görünce taksiden indim. Aslında efendi gibi seslenecektim ama merakıma yenildim ve elini bodoslama tutanları hâlâ dövmeye kalkışıp kalkışmadığını öğrenmek istedim. Anladığım kadarıyla on beş yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen bir şey değişmemiş ha? 'Yine tutuyorlar mı?' diye sormama gerek yok sanırım" dedi Ada. Hızlı konuşmaktan nefesi tükenmişti. Soluklandıktan sonra ekledi: "Ve iyi hatırlattın. Gerçekten de bir işim var. Zavallı kör bir kadınla uğraşacak vaktim yok(!) Yürüyelim!" Beliz, koluna giren adamın iteklemesiyle yürümeye başladı. Ada, okuduğu üniversitede körlere karşı ön yargısız yaklaşan ender insanlardan biriydi. Yaşanılan bir durumla ilgili kesin bir yargıya varmadan önce, "Körlükle ilgisi olmayabilir mi?" sorusunu kendisine sormayı ihmal etmezdi -ki doğru olan da buydu.(*) Bu nedenle de aralarındaki ilişki "gören biriyle görmeyen birinin" arkadaşlığı değil, "iki kişinin" arkadaşlığıydı ve bu, görmeyen birinin seyrek yaşadığı bir şeydi.(*)
"Eee? Kelepçeyi parmağına kim taktı, Ekin mi?" Beliz, koluna girmiş olan adamı hafifçe dirsekledi. "Yüksek lisans yaparken ayrıldık onunla" dedi. "Yeme şimdi beni!" diye araya girdi Ada. "Kaynananın eli yerine terlikleri öpmeye kalktığın gün bitmişti o iş zaten!" Beliz, içten bir kahkaha attı. Ebeveynlerin bir kısmı; gören çocuklarının, görmeyen biriyle evlenmesini "uygun" bulmazdı.(*) İlginçti; çünkü görmeyen bir çocuğa sahip olan anne-babaların da bir kısmı görmeyen bir eşi "uygun" bulmazdı.(*) İç içe birbirine geçmiş olan tezat durum sıkça yaşanırdı.(*) Hâlbuki gelişen teknoloji ve hizmet sektörü sayesinde yetkinliği olan kişilerin körlükten kaynaklanan uyum ve benzer sorunları pek olmuyordu.
Beliz, sıcak havaya bıraktığı son kahkaha kırıntısıyla o günü hatırladı. Erkek arkadaşının ailesiyle tanışmak için onları ziyarete gitmişti. Evet, kördü; iyi bir üniversitede okuyan ve bütün işlerini bağımsız biçimde yapabilen körlerdendi.(*) Ne var ki bu yetkinlik, eve ulaştıklarında heyecanın da etkisiyle uçup gitmişti. Kadının elini öpmek için yeltendiğinde geriye doğru çekilen kolu fark etmiş olmasına rağmen yeni bir hamle daha yapmıştı. O an felaketin yaşandığını üçüncü hamleden sonra uzatılan diğer el ile anlamıştı. O, el öpmeye çalışırken kadınsa ona bir çift terlik uzatıyordu…(*)
Körcül hayat biçimi, yaşanılarak pekiştirilen bir farkındalıktı. Görme yetisi "üstünlük" olarak nitelendirilemezdi. Çoğunluğun sahip olduğu yeti, taraflı biçimde görmemekle kıyaslanırsa elbette ki "avantaj" doğardı; ancak tam tersi bakış açısıyla yaklaşıldığında görmemenin de çoğunluğa karşı "avantajları" vardı. Görmemenin bazı anlarda aksilikler yaratabileceğiyse yadsınamaz bir gerçekti -ki bu durumun, diğer insanların bir sebebe bağlı olarak yaşadığı sorunlardan farkı yoktu.
Beliz, düşüncelerini bir kenara bırakıp Ada'ya sordu: "Sen neler yapıyorsun? Nasıl gidiyor?"
Adam derin bir iç çekti. Hüzünlü bir sesle, "Nurgül'le ayrıldık…" diye mırıldandı. Beliz, "Gerçekten çok üzüldüm, Ada" deyip bir süre bekledikten sonra meraklı bir ses tonuyla sordu: "Nurgül kim?"
Ada, gülüp Nurgül'ü anlatmaya başlamıştı ki Beliz, arkalarından hızlı hızlı yaklaşan ayak seslerini duydu. Birkaç saniye sonra hikâyenin can alıcı yerindeyken Ada birden sessizleşti. Kısa bir boşluktan sonra, "Bir beyefendi koluma girdi…"(*) diye fısıldadı. ޞaşkınlık yaşayan Beliz'in kaşları istem dışı havaya kalktı. "Öyle mi?" diye mırıltıyla sordu. Bir yandan da bu saçmalığın sebebini düşünüyordu. Ada, "Evet…" dedi ve sonra ekledi: "Işık…"
Beliz'in kaşları aşağı inerken dudaklarının iki ucu yukarı kıvrıldı. Ada, ışığın gözlerini rahatsız ettiği iddiasıyla yaz-kış, gündüz-gece ayırt etmeden dışarıdayken her daim güneş gözlüğü takardı. Üstüne bir de koluna girilmesinden hoşlanmadığı için Beliz'in koluna girdiği eklenince "yardımcı olma" duygusunun yanılgıya dayalı gerekçeleri doğuyordu: Gözlük, baston, kol kola girmiş iki insan; yardım edilmesi şart!(*)
"Ne yapmalıyım?" sorusunu işittiğinde Beliz hâlâ sırıtıyordu. "Doğruyu söyle…" dedi. Tüm bu konuşmalar olurken Ada'nın koluna giren adamın hiç konuşmaması da ayrı bir ironiydi. Ada, "Kör olmadığımı söylemem sence uygun olur mu?" diye sorduğunda Beliz'in yüzünde yeni bir gülümseme uyandı. Hemen sonrasında sertçe çekilen kolun yarattığı sarsıntıyla sol tarafa doğru yalpaladı. "Görüyon mu sen?" diyen boğuk sesi duyduğundaysa tedirgin olmuştu. "Madem görüyonuz, niye görme engelli numarası yapıyonuz? Ayıp değil mi? Töbe töbe…"(*)
Adam onlardan uzaklaşırken sarsıntının etkisiyle duraksayan Ada, kadına döndü. "Neydi bu şimdi ya? Kendi çaldı, kendi oynadı, fırçayı bize attı iyi mi?"(*) diye sordu. Beliz, adamın kolunu tutup tekrar kendi koluna takarken, "Toplumun gerçekleri işte, boş ver, yürü hadi!" dedi neşeyle. Başka toplum gerçekleri olup olmadığını soran adam ekledi: "Mümkünse komik olsun lütfen…"
"Eskiden yaşadığım mahallede bir kebapçı vardı" diyerek anlatmaya koyuldu Beliz. Bir gün, arkadaşıyla birlikte lokantaya gitmişler, kebabı yedikten sonra künefe de sipariş etmişlerdi. Beliz, ateş gibi sıcak künefe tepsisinin plastik çatal-bıçakla servis edildiğini görünce, "Mümkünse ya normal çatal-bıçak getirin ya da künefeyi içeride siz kesin lütfen" demişti. Bu cümleyi kurarken beklentisi demir çatal-bıçak getirilmesiydi ve sadece bu yönde cümle kurmadığına pişman olmuştu. Çünkü masadaki künefe içeri götürülmüş, parçalara bölündükten sonra yine plastik çatalla yenmek üzere masaya bırakılmıştı.(*) Beliz iç çekerek anlatmaya devam etti: "Birkaç hafta sonra aynı yerden telefonla sipariş verdim. Künefe de söylemiştim. Yarım saat sonra kapı çaldı. Adam paketleri uzattıktan sonra beni dumura uğratan soruyu sordu: İçeri girip künefeyi kesmemi ister misin?(*)"
Ada, güldü. "Yazılmaya mı çalıştı yani?" sorusunu duyunca Beliz omuz silkti. Evet, "muhtaçlık" ön yargısına kapılıp bunu sömürebileceğini düşünerek taciz eden reziller yok değildi;(*) ancak künefeyi bölmeyi teklif eden adamın yaklaşımı farklıydı. Sebep, körlüğün her şeye karşı yetersizlik olduğunun düşünülmesi ve bu düşüncenin gölgesinde iyi niyetle yardım etme isteğiydi.(*)
Sohbet ederek bir süre daha yürüdüler. Ada, "Benim buradan karşıya geçmem gerekiyor. Yalnız başına kaybolmadan gidebilirsin, değil mi?" diye sordu. Beliz, adamın sesindeki muzipliği işitirken bir süre düşünürmüş gibi yapıp, "Sanırım gidebilirim" diye mırıldandı. Birkaç gün sonrası için randevulaştığı adama sarılıp vedalaşmak için tam elini tutmuştu ki, Ada hızla elini geri çekti. Sesini inceltip paniğe kapılmış biri gibi ve dalga tınıları dolu bir kekelemeyle, "Pa… Pa-" dedi. Beliz'in tuttuğu eli, telaşlı bir hâlle hızlı hızlı tişörtüne silerken ekledi: "Pandemi dönemindeyiz, farkında mısınız?"

Serinin diğer öyküleri:

Sayfa: 1/54