Bir Kör Öyküsü: Estağfurullah Paylaş!

Sesli versiyonunu dinlemek için tıklayın

Bilgi: Öyküde, az gören/görmeyenlerin sokaklarda yaşadığı ve körler tarafından hoş görülmeyen olaylar mizahi bir dille hikâyeleştirilmiştir. Yıldız (*) sembolüyle işaretlenmiş yerler; görmeyenlerin sık sık karşılaştığı "gerçek" cümleleri, rahatsız edici davranışları veya yazımdaki yerine göre "doğru görülen" hâlleri ifade etmek için kullanılmıştır.

Bir Kör Öyküsü: Estağfurullah
Nisan, basamakların önüne gelince duraksadı. Kapının öte tarafından gelen sesi daha iyi duyabilmek için gözlerini kapadı. Gören kişilere göre bu çok tuhaf bir hareketti; çünkü Nisan kördü ve protez göz kullanan bir körün, odaklanmak için gözlerini kapamasına gerek olmadığı düşünülüyordu. (*)
Genç kadın, zamanı olduğunu anladığında basamakların hemen yanındaki tuvalet masasına yöneldi. Bastonunu bırakıp boynuna çapraz asılı çantasını açtı. Bu çantayı her açışında zihninde yayılan anı nedeniyle gülümsüyordu. Dünyalar tatlısı babası, parlak siyah deriden yapılmış minicik çantayı görünce, "Bu ne be, konsomatris çantası gibi?" demişti. Nisan'ı asıl güldüren şeyse babasının bu cümlesi üzerine yanlarında olan annesinin, "Sen konsomatris çantasının neye benzediğini nereden biliyorsun?" sorusuydu.
Nisan, gözüne kalem çekerken arkasından gelen ayak seslerine eşlik eden parfüm kokusunu duyumsadı. "Biliyorum! Biliyorum! Az kaldı ama vaktim var!" dedi. Yanına gelen adamın sesi kinayeliydi. "Çok kusursuz boyuyorsun, üstelik aynaya bile bakmıyorsun, biraz taşır şu mereti, sen körsün!" diyen adam kısa bir süre duraksayıp dalga tınıları dolu bir sesle ekledi: "Neyse, nasıl olsa sahneye çıkmadan önce düşmeyi becerdiğin için herkes senin gerçekten de kör olduğunu anlıyor."
Nisan güldü. "O bir kazaydı, tamam mı? Ayrıca bir ay önceydi!" Tam o esnada kapının öte tarafından yükselen kahkaha seslerini duydular. Adam, "Hadi, sıra sana geliyor, bol şans" diye mırıldandıktan sonra koştura koştura oradan uzaklaştı.
Nisan göz kalemini çantasına koyup basamakları çıktı. Kulis ile sahneyi ayıran kapıdan geçti. Sahneye çıkan dansçılar müzik eşliğinde mini bir gösteri sunarken çekilmiş perdenin arkasındaysa hummalı bir dekor değiştirme çalışması yapılıyordu. Müziğin bitmesiyle perde açıldı. Sahneden bir basamak yüksekte kurulu ofis dekorunda bir adam oturuyordu. Sekreteriyle telefonda konuşan adamın repliklerinde bir çalışanın kendisiyle görüşmek istediğine dair cümleler akıp gidiyordu. "Tamam, içeri gönder" cümlesiyle derin bir nefes alan Nisan, bastonunu sürüyerek sahneye çıktı. Kendine doğru yaklaşan maço kılıklı adamın "Hoş geldiniz" demesini duydu. Yanıt vermesine fırsat kalmadan "Yardım edeyim" diyen adam Nisan'ı kucaklayarak sahnedeki yükseltiye çıkardı.
"Ah!" diye baygın bir sesle inledi Nisan. Çünkü maço, onu öyle bir kucaklayarak yardım etmişti ki, balayı odası kapısında bile olmazdı böyle bir kucaklama! İzleyicilerin çoğu bunu mizansen sanırdı ama gerçekten de zaman zaman otobüs basamaklarında veya benzer yerlerde yaşanan bir davranıştı. (*) Saçını eliyle düzeltirken, "Çok yardımseversiniz" dedi kadın; o esnada maço da onu sola-sağa çekeleyip koltuğa oturtmak için düzeltiyordu! (*)
"Yardım bizim görevimizdir, boynumuzun borcudur" (*) dedi adam geri çekilirken. Nisan koltuğa ilişircesine oturdu. Adam masasına geçmek yerine Nisan'ın karşısına oturmuştu. Genç kadın olabildiğince seyircinin dikkatini çekecek bir şekilde diz hizasında olan eteğini biraz daha aşağı çekiştirip bacaklarını örtmeye çalıştı. Çünkü senaryoya göre Maço rolündeki arkadaşı, tıpkı bir tacizci gibi Nisan'ı gözleriyle yiyip bitiriyordu. Her ne kadar biraz abartılı bir beden dili sergiliyor olsa da yaşanılan durum kör kadınların sık sık deneyimlediği bir şeydi. (*) Nisan koltuğa iyice yerleştiğinde iş yerinde erişilebilirlik sorunları yaşayan biriyle yöneticisi arasındaki güldüren diyalog zinciri başlamıştı. Konuşma ilerlerken maço, alakasız bir yerde söze girdi:
- Böyle yakından bakınca gözlerinizin çok daha güzel olduğunu fark ettim, Nisan Hanım.
- Teşekkür ederim, efendim. İstanbul'da yaptırdım. İsterseniz çıkarıp vereyim, elinize?
- Ne?
- Cam onlar; gözlerim yani… Protez göz, vereyim mi? Meşgale olur? Nisan elini gözüne atıp cam küreyi tutup bir miktar çekti.
- A-Al-Alllaaaahhh! diye sıçradı maço. Yok, yok sağ olun, rahatsız etmeyeyim!
- Peki, efendim. Siz nasıl uygun görürseniz, dedi Nisan. Adamın haykırışıyla seyircilerden gelen kikirdeme sesi Nisan'ı mutlu etmişti; çünkü birçok kişi protez gözü ve ona yönelik bu hareketi komik değil, ürkütücü olarak değerlendirebiliyordu. (*) Maço devam etti:
- İlettiğiniz konudan haberim var ama yetkilendirmeyi nasıl yapacağımızı ben de bilmiyorum.
- Şefe durumu izah etmiştim. Ben görme engelli olduğum için…
- Estağfurullah, (*) ne demek?
- Ne demek?
- Yani… özür dilerim, öyle engelli demek istemedim ben. (*) Yapmam öyle şeyler…
- Ama ben engelliyim.
- Estağfurullah…
- Vallahi de engelliyim billahi de engelliyim, dedi Nisan. Elini tekrar gözüne atıp kinayeli şekilde devam etti: Çıkarıp vereyim elinize isterseniz?
- Allah! Yok, yok kalsın, kalsın.
- Engellilik benim için üzücü bir şey değil ki, ayıp da değil, neden özür dileyesiniz?
- Öyle demek istemedim. Ne güzel, aşmışsınız özrünüzü. (*) Ben hep derim zaten "Önemli olan gönül gözüdür" diye. (*)
- Ah, ah! İşte bende o gönül gözü çok kör; çok kör.
- Estağfurullah…
Nisan cevap vermek için tam ağzını açmıştı ki, başka bir oyuncu elinde çay bardaklarıyla sahneye çıktı. Sekreter ve maço birkaç replikten sonra el-kol hareketleriyle ve arada Nisan'ı işaret ederek izleyiciye komik gelen cümleler kuruyordu. Bazı kişiler normalde de bu tür davranışlar yapar, kör kişinin durumu fark etmeyeceğini düşünerek el-kol hareketleriyle birbirlerine bir şeyler anlatmaya çalışırlardı. (*) Nisan, yönetici ve sekreter arasındaki konuşma boyunca kâh gözlerini açarak kâh kıpırdanarak durumu fark ettiğini seyirciye belli ediyordu. Nisan, bir anda oturduğu koltuktan sıçradı; iki elini havada savurup gerçekten de gülünç olan figürler sergileyip yerine oturdu. Şaşkın şaşkın bakan sekreter ve yöneticiye davranışını açıklamak için imalı bir sesle konuştu: "Sanırım demin sizin kovaladığınız sinekti o!"
Salonda gülüşme sesleri duyuldu. Nisan iç çekti. Asıl komik olan senaryo değil, gerçekti. Çünkü buna benzer anlarda kör kişi, fark edişini bir şekilde ifade etse de çoğu zaman karşısındaki kişiler ya anlık bir tavır değişikliğine gider ya da buna bile gerek duymaz davranışlarına aynen devam ederlerdi. (*) Sekreter dışarı çıktıktan sonra maço yeniden konuştu: "Çay tabağına göre saat iki yönünde lokum da var" dedi maço. Nisan, şaşırmış bir yüz ifadesiyle sordu: "Aaa… çok güzel bir tarif. Genelde elimizi tutup yiyeceklere dokundururlar. (*) Siz saat yönüyle tarif etmeyi nereden biliyorsunuz?" Maço, gururlanmış bir ifadeyle birkaç sözcük sarf ettikten sonra utana sıkıla mırıldandı: "Benim teyzem de böyle…"
- Nasıl, "böyle"?
- Öyle yani…
- Öyle mi? O nasıl böyle?
- Yani sizin gibi öyle işte.
- Teyzeniz kör yani?
- Estağfurullah…
Seyircinin kahkaha sesiyle aynı anda sahnedeki ışıklar sönmüş ve yüksek sesli tempolu bir müzikal başlamıştı. Nisan fırladı. Üzerinde durdukları platform geriye çekilmeden inmeli ve yeni sahne çalışmalarını gizleyecek olan perdenin önüne geçmeliydi. Sol köşeye vardığında şarkının sözleri başlamak üzereydi. İlk sözlerin duyulmasıyla birlikte spot ışık Nisan'ın üzerine düşecekti. Birkaç saniye sonra tempolu müziğin içinden bir grup kadının seslendirdiği bir şarkı başladı:
"Kör olmak ayıp değil ki / Kör demek yanlış olsun.
Körlük utanılacak şey değil ki / Körlüğü gizlemek doğru olsun"
Nisan, sahne zeminine yapıştırılmış ve kıvrıla kıvrıla ilerleyen ince kabloyu bastonuyla takip ederek salına salına yürüyor bir yandan da şarkı söylüyordu. Sahnenin ortasına geldiğinde bir dansçı onu kucaklayarak öbür tarafa taşımış ve onun bıraktığı yerden başka bir dansçı Nisan'ı elinden tutarak gösterişli bir şekilde çevirerek savurmuştu. Şaşkınlık içine düşen birinin yüz hatlarına bürünen Nisan şok yaşıyor numarası yaparken şarkı da devam ediyordu:
"Sokakta yürürken başkalarına / Dokunuyor musunuz Allah aşkına?
Ben bir şey dememişken size / Bu patates çuvalı muamelesi niye!
Şikâyet edince hep kızıyorsunuz bana / Yahu bir baksanıza kendinize aynada!"
Nisan, sahnenin ortasında dansçıların arasındaydı. Tempolu müziğin içinde tıpkı sokakta bire bir yaşanan gerçekle uyumlu olan "Sola yürü!", "Dur!", "Hayır! Sağa git!" haykırışları geliyordu. (*) Koreografik hareketlerle sola-sağa çekilen Nisan yeniden salına salına sahnede yürüyerek şarkı söylemeye başladı.
"Gereksiz yere tepki vermiyoruz ki / Sessiz kalmak olgunluk olsun.
Taciz kabul edilecek şey değil ki / Durdurup çekiştirmek doğru olsun.
Şikâyet edince hep kızıyorsunuz bana / Yahu bir baksanıza kendinize aynada!"
Nisan salına salına yürüyerek sahneden çıkarken dansçılar gösterilerine devam ediyordu. Soluk soluğa kalmıştı. Hızla basamaklara yöneldi. Sahne değişimi yapılırken ayak altında dolaşmamak en iyisiydi. Kulisten içeri girmişti ki, "Sesime gel, (*) Patates Çuvalı! Sesime gel!" seslenişini duydu. Birkaç saniye sonra oyunun senaristinin oturduğu koltuğun karşısına çöküvermişti. Gündelik sohbetin arasında senarist sordu: "Eee? Var mı yeni sokak macerası?"
Nisan güldü. Çünkü bu soruya bugüne kadar hiç "Yok maalesef" yanıtını verememişti. Arkadaşından duyduğu hikâyeyi anlattı. Genç kadın sokakta yürürken köşe başına geldiğinde telefonu çalmıştı. Caddeyi geçmeden çantasını açmış ama telefon çağrısına yetişememişti. Kimin aradığını anlamak için telefonunu kurcalarken yanına gelen bir adamın cümlesini duymuştu: "Karım birazdan yardım etmek için seni tutacak." (*) Cümleyi duyan genç kadın o kadar şaşırmıştı ki, cevap bile verememişti. Adamın vaat ettiği şey gerçeğe dönüşmüş ve biri diğer kolunu tutup onu caddeye doğru nazikçe çekmişti. (*)
Senarist güldü. "Kadın hiç konuşmamış mı gerçekten?" diye sordu. "Yok" dedi Nisan. "Arkadaşın anlattığına göre oldukça tuhaf bir anmış. Saat 21 gibiymiş. Şöyle demişti: 'Düşünsene? Korku filmi sahnesi gibi kadın hiç konuşmuyor, Adamsa KJ operatörü gibi alt yazı geçiyor.'"
Senarist bir kez daha güldü. "Sen anlatırken böyle gülüyorum ama aslında bazıları gerçekten ürkütücü hikâyeler" dedi. Nisan, omuz silkti. "O kadar alıştık ki, tepki verirken biz bile şaşıyoruz körlüğe" dedi.
Senarist cevap verdi: Estağfurullah…

Serinin diğer öyküleri:

Sayfa: 1/55