En Komik Şaka! Paylaş!

Aşağıda okuyacaklarınız, komedi dizisi senaryosu ya da kara mizah türünde bir öykü değildir; gerçeğin ta kendisidir…
Daha önce köşe yazılarımı veya yayınlanmış kitaplarımı okumayanlar bilmeyebilir; ben, kör denecek kadar az gören, sağır denecek kadar az duyan bir yazarım. İkinci kez üniversite okumaya karar verdiğimde başıma bunların geleceğini hiç düşünmemiştim. 2010 yılında sınav başvurusu yaparken benim için başka alternatif olmadığından, sınav sorularının bilgisayara yüklenmesini talep ettim. ÖSYM, dilekçeme cevap dahi vermedi ve sınava "görme engelli aday" statüsünde kabul etti. Tarafıma atanan okutmanın okuduğu soruları duyup anlayacak kulaklara sahip olmadığım için görevliler soruları harf harf elime yazarak sınavı yürütmeye çalıştı… Ayrımcılığa uğradığımı iddia ederek hem YÖK hem de ÖSYM'ye karşı dava açtım. Mahkemenin lehime karar vermesini takip eden ilk sınava başvurarak soruların bilgisayarda verilmesi talebini yineledim.
Sınava on gün kalmıştı, kimsenin bana ulaşmaması nedeniyle hayli hoşnutsuzdum ki ÖSYM telefonla aileme ulaştı. Bir yetkili, "Size günler önce çok önemli bir evrak yolladık, ama hâlâ yanıt alamadık" dedi. Evrakın elektronik ortamda yollanması talebini ÖSYM kırmadı ve e-postayla resmi yazının kopyasını gönderdi. Cuma günü akşamüstü saatleriydi. Yazıda, bilgisayarın sınav güvenliğini riske sokmayacağına dair bir evrakı, TÜBİTAK veya yetkinliği olan benzer bir kurumdan alıp belirtilen tarihe kadar ÖSYM'ye teslim etmem isteniyordu.
Kısa bir tepkisizlik yaşadım. Koskoca ÖSYM, sınav güvenliğine dair bir konuda adaydan yardım dileniyordu. Tüm keyfim bir anda kaçtı. Yazı, iki hafta önce postayla gönderilmişti; ancak belirtilen sürenin dolmasına sadece üç gün vardı. Elektronik evrakta yazan adresime gözüm takıldı ve gönderilen mektubun bana neden ulaşmadığını anladım. Adresim yanlış yazılmıştı… Üşenmedim; ÖSYM'nin sitesine girip başvuru formundaki adresimi kontrol ettim. Ancak "nasıl olduysa" zarf üstüne yazılan adreste, yaşadığım semt adı yoktu(!) Semt adı olmadığı için de yaşadığım bölgedeki PTT'de bulunan posta kutuma mektup ulaşmamıştı.
Mektubun erken elime ulaşması hâlinde o tür bir evrakı tedarik edebileceğimi bildiğimden keyifsizliğim daha da arttı. Ama şanslı günümdeydim. Türkiye'nin en büyük teknik üniversitelerinden birinin Bilgisayar Mühendisliği Bölümü sekreteri iyi bir dostumdu. Durumu ona anlattım. Gözü pek bir doçent, "Gerekli tedbirler alındığında sınav güvenliği riske girmez" anlamına gelen evrakı imzaladığında sevinçten havalara uçtum. Verilen sürenin bitimine dört beş saat kala ÖSYM'ye evrakı teslim ettiğimde, raporu adaydan isteme hamlesini düşünen kişinin ne hissedeceğini deliler gibi merak ediyordum.
Bu sefer beklemekle yetinmedim, telefonla ilgili yetkiliye ulaşarak "İstediğiniz belgeyi teslim ettim, sınav güvenliği emin ellerde… Sizden yanıt bekliyorum, ama lütfen posta ile bir şey yollamayın, adresim yanlış yazılınca bana ulaşmıyor" dedim ve bekleyişe koyuldum. Sınava dört gün kala başka bir yetkili e-posta atarak sınavda bilgisayar verileceğini, bu konu ile ilgili detayların görüşülmesi için Ankara'da görevli bir bilgisayar mühendisinin Antalya'ya geleceğini söylüyor ve görüşme için nerede olmam gerektiğini aktarıyordu.
Sevindim! Sevinmez mi insan hiç? "Tamam, ama mümkünse bana bu konuyla ilgili resmi bir bildirim yapın" dedim. Yetkili kabul etti ve birkaç dakika sonra "sınavda bilgisayar verileceğini bildiren; bu nedenle de görüşmeye çağrıldığıma dair" detayların yer aldığı evrak e-postamdaydı.
Gönderilen evrakta belirtildiği gibi cuma günü ÖSYM'nin Akdeniz Üniversitesi'ndeki birimine gittim. Antalya Bürosu'nun müdürü ve Ankara'dan verilecek olan bilgisayarın detaylarıyla ilgilenmek için gelen bilgisayar mühendisiyle tanıştık, el sıkıştık. İl müdürü, "Bilgisayar
hazır, sizden detaylar öğrenildikten sonra program da yüklenecek. Sınava diğer adaylarla toplu olarak mı girmek istersiniz yoksa ayrı bir yerde mi?" diye sordu. İnanılmaz şaşırdım. "Vay be! Ayrımcılık kapsamında değerlendirilecek davranışlardan kaçınmaları ne kadar hoş! İşte olması gereken tutum budur!" dedim içimden. "Teşekkür ederim, amacım işinizi zorlaştırmak değil, dış ortamlardan arındırılmış ve sınav güvenliğini riske atmayan bir odada sınava girebilirim, bunu ayrımcılık olarak değerlendirmeyeceğimden emin olabilirsiniz" dedim. ÖSYM'ye verdiğim dilekçede soruların not defteri programında okunabilecek bir formatla verilmesini istemiştim. Çünkü gözümdeki sorun nedeniyle büyüteç benzeri programlar ile okuma yapamıyordum.
Mühendis arkadaşa, "Soruları not defterinde vereceksiniz değil mi? Görevlendirilmiş personel sınavdan önce mi yazacak yoksa PDF formatından not defterine mi çevireceksiniz?" diye sordum. İşte bu dakikadan sonra olay tam bir komediye dönüştü. Mühendis arkadaş müsaade isteyip Ankara merkez büroyu aradı. Geri geldi. "Üzgünüm, sınav sorularının sınav saatinden önce açılması imkânsızmış" dedi.
"Peki, sınav başladığında soru kitapçığını açalım, sorular yazılsın, yazım esnasında geçen süre benim sınav süreme eklensin, nasılsa ilçelerden merkeze kamyonların gelmesi zaman alır" dedim. Cümleyi kurarken de çok mantıklı bir öneri olarak değerlendirdim düşüncemi. Çünkü sınav bitince tüm kitapçıklar, cevap anahtarları belli bir merkezde toplanıp oradan Ankara'ya gidiyordu. Benim sınava gireceğim yer de bu merkezlerden biriydi.
Mühendis arkadaş merkezi tekrar aradı. "Mümkün değilmiş, sınav güvenliği nedeniyle bu yapılamazmış" dedi. "Tamam, o zaman soruları sınav başladığında yazalım, normal süreden fazlası olmasa da olur, nasılsa sayısal sorularla ilgilenmeyeceğim" dedim. "Yalnız, görevlendirilecek kişilerin imla bilgisinin iyi olmasına dikkat ederseniz memnun olurum. Noktalama işaretlerinden sonra boşluk bırakılmazsa iki kelime birleşerek siliniyor, okuma hızım yavaşlıyor" dedim. Birkaç konu daha konuşuldu. Mühendis arkadaş dışarı çıkıp tekrar Ankara'yı aradı. Geri döndüğünde, "Üzgünüm, soruları yazacak olan personele ÖSYM Başkanlığı güvenemezmiş, bu yüzden yazılamazmış. Ayrıca bu durum sınav güvenliğini riske atarmış. Hem yazılırken yazım hatası olurmuş, sorular yanlış aktarılırmış" dedi.
"Anladım anlamasına da binlerce kör o soruları okuyucu personelden dinliyor. Onlar sınav güvenliğini riske atmıyor da bilgisayara yazanlar mı atıyor? Yoksa bana yardımcı olması için Terminatör'ü mü atayacaksınız? Okuduğu soruları, uydu aracılığıyla dışarı sızdırmasından mı korkuyorsunuz?" dedim. Bunu söylerken samimiyetle güldüm. Sorunun çözüleceğine inancım vardı o cümleleri kurarken.
"Sınav güvenliği… üzgünüz" dediler. "Diğer adayların sınavı bitene kadar bir odada bekleyeyim, onların sınavı bitince soruları yazın?" dedim. Bu da sınav güvenliğini riske atarmış(!)
"Tamam… o hâlde beni hapishanede sınava alın. Orada elektronik sinyal kırıcı vardır. Böylece hiçbir risk de oluşmaz. Size el yazısıyla beyanda bulunup hapishanede sınava girmeyi kabul ettiğime ve bu nedenle şikâyetçi olmayacağıma dair belge imzalayıp vereyim?" dedim.
Olmadı…
"Peki, soruları bilgisayar aracılığıyla bana vermeyecekseniz, bilgisayarı ne için veriyorsunuz? Sınava girerken moral olsun diye mi?" dedim. Yanıt veremediler. Bana verilmesi için ayarlanmış bir bilgisayar var ama bilgisayarın neden verildiğini kimse bilmiyor!
"Bakınız… ÖSYM Başkanı adına Sınav Hizmetleri Daire Başkanı'nın imzası bulunan ve sınavda bana bilgisayar verildiğinin tebliğ edildiği resmi evrak yolladınız. Bu evrak varken bilgisayarı vermemeniz ÖSYM'yi çok zor durumda bırakır. Bu durum ÖSYM gibi bir kurumun ciddiyetine gölge düşürür" dedim.
Mühendis Bey, izin isteyip tekrar çıktı, Merkez'e telefon açtı, durumu aktardı, geri döndü… "İmzalı evraka bakabilir miyim?" dedi. E-posta aracılığıyla PDF formatında gelmiş olan evrakın yazıcı çıktısını uzattım; o an anladım ki Daire Başkanı'nın attığı imzadan haberi dahi yok! Mühendis geri döndü…
Ol-ma-dı…
Dışarıdan izole edilmiş bir odada, tüm dış ortam araçları devre dışı bırakılmış bir bilgisayarda, ÖSYM'nin her köre atadığı görevliler tarafından soruların yazılması veya erişilebilir bir hâle getirilmesi için önerdiğim her türlü yöntem sınav güvenliğine takıldı. Sınavımın diğer adaylardan sonra yapılmasını bile önerdim… Yine olmadı.
"Daire Başkanı hocamızla telefonda ben konuşayım, onun söylediğini anlamasam da kısaca durumu özetlerim. Bilgisayarın sınav güvenliğini riske atması imkânsız. Ne internet gerekiyor ne başka bir şey. Program bile yüklenmese olur, sadece soruları bilgisayarda alayım yeterli" dedim.
Olmadı.
Hikâyeyi geri sardım: "Sevgili hocamız bilmiyor olabilir, ÖSYM geçen yıl, 2010'da beni sınava diğer adaylarla eşit imkânlarda almadığı için YÖK'le birlikte ceza aldı. Sınavın işleyişinde kusurlu davranıldığı mahkeme kararı ile belirlendi. Bana bilgisayar verileceğini tebliğ eden ve imzası bulunan bir yazı da var ortada. Soruları bilgisayar ekranında göremediğim sürece benim için bir bilgisayarın anlamı yok ki. Bu yapılan ayrımcılıktır, eğer bir çözüm yolu bulunmazsa ben yine yargı yoluna başvurup dava açacağım" dedim.
Mühendis Bey tekrar dışarı çıkıp telefonla görüştü. Saat neredeyse beşe geliyordu. Yani yazarak anlattığım bu süreç üç saat sürdü. Çözüm üstüne çözüm önerileri sıraladım. Mühendis Bey: "Üzgünüm ama pazar günü bilgisayar verilmeyecekmiş. İsterseniz mahkemeye başvurabilirmişsiniz" dedi.
Güldüm… Bu cümleden sonra ÖSYM benim için Türkiye'nin gelmiş, geçmiş ve gelecekteki en komik kurumu oldu. Milyonlarca kişinin kaderlerindeki en önemli dönüm noktalarından biri olan sınavları düzenleyen kurumun yöneticilerinin espri anlayışına güldüm.
Çünkü ağlanacak bu hâle anca gülünürdü.

Daha önce de sık sık söyledim: O sınava bilgisayarla girmeyi gerçekten çok istiyorum. ÖSYM, bilgisayarı onayladığında kendimden çok diğer körler için sevinmiştim. Onların da benzer bir hakka ileride sahip olacağını düşünerek… ÖSYM, fikrinden vazgeçince de daha çok onlar için üzüldüm.
Ben, zaten bir üniversiteden mezun olmuşum, kariyerimde hiç de fena sayılmayacak bir yerdeyim. YGS'yi aşsam, özel yetenek sınavıyla öğrenci alan bir fakülteye başvuracaktım. Ama dün yapılan o sınavda binlerce kör öğrenci zor anlar yaşadı. Söylesem, inanmayacaksınız belki… ÖSYM, körlere soru okuması için atadığı görevlilere en ufak bir eğitim dahi vermiyor. İnternet üzerinden veya V CD ile bile körlere soruların nasıl okunması gerektiğini, soru okumanın püf noktalarını anlatmıyor.
Görevliler iyi niyetli… ama tekniği bilmeyince kör öğrencilerin performansları, verdikleri doğru yanıt sayısı çok düşüyor. Sırf bu yüzden koskoca bir yıllık emeklerini kaybeden kişiler oldu dünkü sınavda. Bu yüzden kendimden çok onlar için üzüldüm.
Bu nedenle hakkım olduğu su götürmez bir gerçek olan o bilgisayarı bir gün, bir şekilde alacağım ÖSYM'den.
İnadım, inat… Mezara kadar uğraşmam gerekse de alacağım o zımbırtıyı!

Notumsu:
Bu notu, yazının ilk yayınlanma tarihinden dört yıl sonra 2017 yılında yazıyorum. Yazıya konu olan sorun nedeniyle açtığım dava lehime sonuçlandı, karar onandı ve kesinleşti. Yargı süreci olacağı için o dönemde yazıya koymayı uygun görmediğim bilgileri de eklemek istedim.
O gün, bilgisayar mühendisi "Mahkemeye başvurabilirmişsiniz" dedikten sonra bürodan ayrılmak için ayağa kalktığımda, "Sadece mahkemeye başvurmakla da yetinmeyeceğimi lütfen Daire Başkanı'na iletin, birkaç hafta içinde kapınızın önüne gelip yedi düvele bunu anlatacağım" dedim. Mühendis küçümseme dolu bir his yayarak güldü ve yine benzer bir tavırla, "Buyurun gelin, ben de sizin yanınıza gelirim" dedi.
Sınavda sorular yine harf harf elime yazıldı. Bir ay sonra ÖSYM'nin merkezi önünde bir haftalık oturma eylemi başlattım. Mesai sonu geldiği için telefonda konuşmayı kabul etmeyen Daire Başkanı, odasına davet edip sorunu "kendince" çözmeyi denedi. Elimde taşıdığım, "Ayrımcılığa son verin!" pankartıyla bir hafta süresince televizyon kanallarına, gazetelere, dergilere ve ulaşabileceğim herkese ÖSYM'nin görmeyenlere vermediği hizmeti anlattım. Bir hafta sonra evime geri dönüp dava açtım. İmzası olan evrak yüzünden zor duruma düşen Daire Başkanı, LYS'nin hemen sonrasında yaşanan bazı aksaklıklar nedeniyle görevden alındığında pek üzüldüğümü söyleyemem. Küçümseyici tavırlar sergileyen bilgisayar mühendisiyse bir haftalık süre boyunca yanıma uğramayarak beni derinden yaraladı(!)
Bir yıl sonraki sınavda bilgisayarı almayı yine başaramadım… Üçüncü davayı açtım; onu da kazandım ve onun kararı da kesinleşti. Bir sonraki yıl ÖSYM bilgisayarı vermeyi kabul etti. Ancak bu işi Ankara'ya gitmeyi mecbur kılarak ve ek süre vermeyerek yaptı. Diğer adayların kendi şehirlerinde sınava girme imkânı varken sağlık durumum nedeniyle başka şehre gitmek zorunda bırakılışım ve doktorlar tarafından belgelenen okuma hızımla sınav sorularının tamamını okuyabileceğim süre belliyken o sürenin verilmemesi nedeniyle dördüncü kez dava açtım.
Şimdi mi? Dördüncü dava hâlâ devam ediyor… Ancak çok şey de değişti. Bu notu 2017 yılında yazıyorum. 2010 yılında ÖSYM'ye verdiğim dilekçede isteyip de alamadığım hiçbir şey kalmadı. Artık soruları bilgisayara erişilebilir biçimde yüklüyorlar, sınav süresinin üç katı olan bir ek süre veriyorlar, Ankara'da kurulan ve "güvenli bina" olarak adlandırılan yerler Türkiye genelinde on altı büyükşehirde kuruluyor. En önemlisi de daha elverişli bir sınav ortamı yaratabilmek için laf olsun diye değil samimiyetle yaklaşıyorlar konuya.
Yeterli mi peki? Cıks… Çünkü görme engellilere dijital sınav hakkı henüz verilmedi, adet yerini bulsun diye okutmanlara verilen eğitim yetersiz, bürokrasinin hantal çarkları körlere erişilebilirlik imkânı sunarken maalesef daha da bir tembelleşiyor.

Sayfa: 32/55