Uğur Paylaş!

Size bir şey itiraf edeyim mi? Pek sulugöz biri değilimdir ama saz tellerinden çıkan bir melodi, birkaç mısralık şarkı her zaman gözlerimin dolu dolu olmasına yol açar. En iyi olasılıkla bir hüzün çöker üstüme.
Selda Bağcan'ın her bir mısrasını sanki acı dolu bir çığlık atarmışcasına söylediği "Uğurlar Olsun" hüzünlendirir beni. İçim acır… Sevdiğiniz, önemsediğiniz, kendinize örnek aldığınız birinin acısını içinizde hissedersiniz hani ve o hissedişte gözlerinizin dolmasına engel olamazsınız ya… İşte bende bu duyguları uyandırır "Uğurlar Olsun" ağıtı.
Yirmi yıl olmuş… O katledilişin üstünden yirmi koca sene geçmiş.
Şu, zaman denen illet ne kadar da garip bir şey? Anlamsız, daha doğrusu anlamlandırılamayan bir şey… Uğur Mumcu'nun katledildiği günü yarım yamalak hatırlıyorum. Gazetede gördüğüm kel kafalı, gözlüklü ve tebessüm eden o yüz bana hiç tanıdık değildi. O dönemdeki ben, cehaletimle Mumcu'nun kim olduğunu bilmiyordum. Tanımıyordum… daha önce hiç karşılaşmamıştım… öldürülme nedenine dair en ufak bir fikrim bile yoktu. Ama o anlamsızlık sonradan farklılaştı. Hiç tanımadığım bir adam kısa bir sürede idolüm hâline geldi.
Uğur Mumcu'nun tüm kitapları, evimizdeki kütüphanede yer bulunca hatırlamıştım o katlediliş gününü. Sonra elime "Sakıncalı Piyade"yi almıştım. Yok, yok… ismi ilginç geldiği için değil. Kitaplar arasında en ince olanı o olduğu için! Aziz Nesin öyküleriyle büyümüş olan bendeniz, "Sakıncalı Piyade"yi okurken Mumcu'nun, Aziz Nesin'e kara mizah türünde rakip olabileceğini düşünmüştüm(!) Daha doğrusu kara mizaha benzeyen anılarının…
"En ince kitabı bu kadar keyifliyse en kalını kim bilir nasıldır?" düşüncesiyle "Rabıta"yı okumaya başlamıştım; başladıktan birkaç saat sonra da bırakmıştım!
Komik di mi? Boyuna bakarak, pazardan muz alır gibi kitap seçmenin manasızlığını o günlerde öğrenmiştim. "Rabıta" bana ağır gelmişti. Ama Mumcu'nun başka bir kitabına başlamıştım ve sonra bir başkasına… bir başkasına. En sona bıraktığım "Rabıta"yı da bitirdiğimde Uğur Mumcu benim zihnimde müthiş bir adama dönüşmüştü. "Bilgi olmadan kültür olmaz" diyen bir adamın zihnimde yarattığı o okyanusa bırakmıştım sonra kendimi.
Asfalttaki kırık gözlük fotoğrafı ve mumcu'nun portresinin aynı sayfada durduğu o haberden çok sonra anladım, Türkiye'nin nasıl bir değerden yoksun bırakıldığını. Ve muhtemelen ölene kadar da fikrim hiç değişmeyecek… Türkiye, birçok iyi gazeteci görecek… birçok iyi araştırmacı, yazar, hukukçu da… Ama muhtemelen hiçbir zaman Uğur Mumcu'nun taşıdığı vasıflara, idealizme, hümanizme ve dürüstlüğe sahip "gerçek" bir gazeteci göremeyecek.
Ve şimdi yine zihnimde Selda Bağcan'ın çığlık atan sesi yankılanıyor… Yitip giden zamanın ve akıp giden zamanın anlamsızlığının ardından öylece bakıyorum. Her yılın 24 Ocak'ında dudaklarımdan düşen mırıltılar bu yıl birkaç gün erken geliyor.
"Uğurlar olsun, uğurlar olsun,
Hüzünlü bulutlar yoldaşın olsun.
Bir keskin kalem, bir kırık gözlük,
Yürekli yiğitlere hatıran olsun…"

Sayfa: 34/55