Hasret Kaldım! Paylaş!

Bahar geldi… Gece ile gündüz eşitlenip gündüzler uzamaya başladı. Tabii her zamanki gibi mevsim döngüsüne yakın tarihte olunması benim metabolizmamın sapıtmasına yol açtı. Evin iki odası arasında atılan adımlar, vakit geçirmek için girilen faaliyetler, zihindeki patlamalar…
Ve tabii sabahın köründe, gözlerimi açmamın hemen ardından zihnime yapışan, nöronlarımın "İmdat!" diye bağırmasına yol açan şarkılar… Şarkıyı sevdiğimden veya istediğimden değil; nedenini ben de henüz keşfedemedim ama çıkıyor nöronların arasından. Yatakta dayanamayıp kalkıyorum; olmuyor… Bir şeyler atıştırıyorum; olmuyor… Bilgisayarı açıp haberleri, e-postalarımı okuyorum; ol-mu-yor!
Gıcırdayan koltuğumdan kalkıp evin içinde volta atmaya başlıyorum. Elimle alnıma şaplağı atıyorum sertçe; ama nafile! İbraaam'ın sesi susmuyor, söylüyor! Fındıklı bir kahve yapıp şapırdatma sesleri çıkararak şarkıdan uzaklaşmaya çalışıyorum.
I-ııhhh!
Yurt yatağımı açıp miskinlik yapmak için uzatıyorum ayaklarımı.
Nafile!
Tek ayaküstünde sekiyorum birkaç kez, belki işe yarar umuduyla.
Cıks!
"Hasret galdım gülüşüneeeaaaa…"
Tüylerim diken diken oluyor. "Dişleri dökülür de gülemez inşallah!" diye mıkırdanıyorum içimden. Çivi, çiviyi sökermiş diyerek Mastika havası çalıyorum zihnimden. Sağ ayağımı ileri atıp elimi de öne doğru soldan sağa çevirerek salak salak kıpırdanıyorum salonun ortasında.
"O zıcacık öpüşüneeaaaaaa…"
Mastikaya yoğunlaşmaya çalışıyorum. "Oooooo, mastika, mastikaaa. Ooooooo sigarası Marlboraaa!" Salonun ortasında, kıçımı 360 derece çevirip gerdan kırıyorum büyük bir umutla. Bu kıvrılışın işe yarayacağını ve namussuz şarkıdan kurtulacağımı düşünüyorum.
"Seviyorum deyişinaaaaaaaaa, hasret galdım, hasret galdım, hasret galdımm zevgilimmm…"
Pili bitmiş oyuncak gibi aniden duruyorum odada. Ellerim iki yana sarkmış, bacaklarım açılmış. İbo gibi tombalayı çekme pozisyonuna girmişim. Kendimden utanıp toplanmaya çalışıyorum ama şarkı hâlâ ötüyor zihnimde.
"Hasret galdım… hasret galdım…"
İşin fenası, şarkının bir tek burasını hatırlıyor şapşal zihnim. "Hasret galdım" faslından sonra yine başa, "o zıcacık gülüşüneaaa" kısmına dönüyor. Çıldırtıcı bir şey. En sonunda stoğumdaki atom bombamı kullanarak düşmanımı yok etmeye karar veriyorum.
Dinsizin hakkından imansız gelir, deyişinden üretilmiş bir silah bu. Doğrusunu söylemek gerekirse bu silahı ta liseden bu yana kullanırım. Hem zihne takılan, dile dolanan şarkılardan kurtulmaya yarıyor, hem de beyin egzersizi yapmanızı sağlıyor. Kural basit: Şarkıdaki bir kelime üzerinden başka bir şarkıya geçiyorsunuz. Şarkıyı söylerken birkaç saniye sonra mırıldanacağınız kelimeleri düşünüp başka bir şarkı seçmek güzel bir egzersiz oluyor. Ayrıca akıcı bir konuşma ve soluksuz yazma eylemine de yardımcı oluyor. Zihnimde İbraaam Emmi tekrar "Hasret galdımmm" diye böğürünce başlıyorum potboriye.
"Seviyorummm deyişinaaa, hasret galdımmm, hasret galdımmm, 'hasret'
… Hasretler ayrılıkla başlar, yanar yürek sessizce ağlar, bütün anılar, canlanıverir. Sanki hiç bitmemişler gibi. Yolu gözlenen giden sevgili, geri dönecekmiş gibi. Ahhh ayrılık, ahhh 'ayrılık'
… ayrılık böyle uzun sürmez ki. Dön, dön bebeğim, acılar seliyim. Dön, dön bebeğim 'hasret'e
… Hasret galdım, gülüşüneaaaa, o zıcacık…"
Odanın ortasında bir çığlık atıyorum! Atom bombası olarak nitelendirdiğim kurtarıcımın elimde patlaması nedeniyle sarsılıyorum. İbraaam Emmi ile günler, geceler geçirme düşüncesi zihnime saplanınca soluk bile almadan yeniden deniyorum.
"… hasret galdım, 'hasret'
… Hasretler ayrılıkla başlar, yanar yürek sessizce ağlar, bütün anılar, canlanıverir. Sanki hiç bitmemişler gibi. Yolu gözlenen giden sevgili, geri dönecekmiş gibi. Ahhh ayrılık, ahhh 'ayrılık'
… ayrılık, ayrılık, yaman ayrılık. Her bir dertten yana, yaman ayrılık. Fikrimden 'gece'den
… Geceler sessiz sessiz yağar, yağar sabahlara kadar, ağlama gönül 'ağlama'
… Ağlama sen, ağlama sen, haydi biraz gül. Geleceksen yollarına gül dökeyim 'gül'
… Gülüm benim, gülüm benim, derdim aşkım, canım benim! Ayırmasın, 'Tanrı'm
… Tanrı'm… tek başına, koyma kullarını. Yalnızlığa anca sen dayanırsın… Yeşil bağın üzümü, yola diktim gözümü, ne 'gel'en
… Gel, geç olmadan, gün doğmadan kaçalım buralardan. Sen, sen istersen, dünya dar olur 'deniz'lerin
… Denizin dibinde Hatçam, demirden evler. Ak gerdan üstünde anam, çiftedir benler. O kınalı parmaklarda o beyaz 'eller'
… Ellerim bomboş, yüreğimde bir sızı. Ateşe atılmış bir demir gibi kor hâlâ. Ellerim bomboş gözümde yaşlarla, güneşin kavurduğu bir 'çöl'deyim.
… çöllerinde. Hayalin, serabın yeterdi bana, 'sevda'
… Sevdan bir ateş, oldu bende. Gönlüm bir deli, coştu senle. Senin alev gözlerin, eritse şu ruhumu. Kuş 'ol'ur
… ol sinirlerine hâkim ol. Şşşt, şşşt sakin ol, sinirlerine hâkim ol. Ölümlü dünya ölümlü insan, ha âlim olsan ha zalim olsan. Ölümlü dünya ölümlü insan, ha âlim olsan ha zalim olsan…"

Salonun ortasında aniden duruyorum. İçimdeki Adam usulca sesleniyor, "Murti, iyi misin Tubab?"
Derin bir soluk alıyorum. Potbori kararı almadan önce kıçımı 360 derece çevirme pozisyonunda olduğum aklıma geliyor. Sonra şöyle bir kendime bakıyorum. Hazırlık sürecini geçmiş, birkaç tur çevirmişim bile nazik uzvumu.
Gerzekçe bir ifadeyle odanın ortasında omuz silkiyorum. "- İyiyim, İç Ses, sen nasılsın?" diye soruyorum.
"Bazen beni korkutuyorsun, Murti" diyor kendileri. Umrumda bile değil onun korkması. "- Patlamış mısır da ister misin, cengâver? Heyecana katkısı olur belki?" diyorum.
"Şu mevsim döngüleri sana yaramıyor, Murti. Her seferinde daha da kötüleşiyor durumun. Bir bahar gelecek, zaten azcık olan o beynini de komple yakacaksın. Burhan Çaçan'ın o şarkısını nereden hatırladın da söyledin yahu! Ya o şarkıda takılı kalsaydın ne olacaktı? Onca nörona yazık değil mi? Allah'tan perdelerin tül değil, jaluzi. O an dışarıdan biri seni kameraya çekse ve videoyu internete koysa, tıklanma rekoru kırarsın!"
"- Durumun o kadar vahim olduğunu düşünüyorsun ha?"
"Yırtık pırtık, atılmasına bir türlü izin vermediğin yeşil renkli eski bir hırka… Eşofman, halısız olan evinin zeminindeki tozları süpürmesin ve ev içinde volta atarken ayaklarına dolanmasın diye çorapların içine tıkıştırılmış paçalar… Hoplayıp zıplarken, kıçının bir tarafından aşağı kaymış kumaş… Birbirine karışmış, uzun saçlardan oluşan duble bonus bir kafa… Uzamış sakallar… Bunlar yetmezmiş gibi bir yandan şarkıyı söyleyip diğer yandan sağ elini öne atıp çeviren, ardından ayağıyla ona benzer hareketler yaparak kıçını kıvıran ve ara ara tezgâhta duran fincanından kahvesini içen bir adamdan bahsediyoruz Murti… Bu anlattıklarım nasıl bir görüntü ortaya çıkarır sence?"
Başımı hafifçe yana doğru eğiyor ve dudağımı büzerek boşluğa öylece bakıyorum. "Rezilliğin bini bir para!" cümlesi tam bu durum için söylenmiş olmalı, diye geçiriyorum aklımdan. İçimdeki Adam'ın söylediklerini düşünürken derin bir iç çekiyor ve başımı dikleştiriyorum. Mevsim döngüsünün yaşandığını hatırlayınca elimi öne doğru atıyor ve kıçımı bir güzel kıvırdıktan sonra sırıtarak mırıldanıyorum:
Ölümlü dünya, ölümlü insan, ha âlim olsan ha zalim olsan… Şşşt şşştt sakin ol, sinirlerine hâkim ol!

Sayfa: 37/55