Onu Terk Ettim Paylaş!

Sanırım artık itiraf edebilirim… Onu, bundan üç ay önce 5 Eylül'de terk ettim…
Zamanın hızlı geçişi şaşırtıyor beni. Bırakın onu terk ettiğim günü, onunla beraber olmaya başladığım zamanı bile hatırlıyorum. Kaç yıldır beraber olduğumuzu merak edeceksinizdir. Çok uzun zamandır… Hem de çok…
Lise yıllarının sonlarında tanışmıştım onunla. Bir arkadaş ortamında ilk kez farklı gözle bakmıştım ona. Görünüşündeki hâli, kokusunu ve sıcaklığını düşünmüştüm uzun uzun. Ama sonra bana göre olmadığını da söylemiştim kendime… Daha doğrusu onunla takılmayacak kadar zeki biri olduğumu tekrarlamıştım sürekli. Gözümde, kendimi fazla büyütmüşüm; belki de tam tersi, fazla küçümsemişimdir. "Ben, onun yüzüne bile bakmam" dememden bir süre sonra kokusunun peşinde dolanacağımı nereden bilebilirdim ki?
Aramızdaki ilişki gizli başlamıştı. Büyük laf ettiğim arkadaş ortamından çok uzaklarda buluşuyorduk onunla. Öyle uzun uzadıya görüşmeler değildi bunlar. Kısa süreli, on, on beş dakikalık ama "yoğun" buluşmalardı. Dudaklarımla buluştuğu her an beni mutlu ediyordu. O kısacık buluşmalarda defalarca dudaklarımı onunla birleştiriyordum. Öpüyordum, hafifçe dudaklarımla sıkıyor ve bazen dilimin sıcaklığını onunla paylaşıyordum. Ama en çok hoşuma giden şey kokusuydu… Eve her geldiğimde, yatağıma her uzandığımda onun kokusunu kendi üstümde duyumsuyordum. Can dostlarım, onunla olan ilişkimi öğrendiklerinde farklı tepkiler verdiler. Kimisi hiç yorum yapmadı, kimisi dikkatli olmamı söyledi; bazılarıysa -onunla daha önceden yakınlaşmış kişiler- ondan uzak durmamı öğütledi. Ama olmadı… Uzak durmam gerektiğini bilmeme rağmen onu dudaklarımdan ayırmayı istemedim.
Zaman hızlı geçti; lise bitti, üniversiteye hazırlık dönemi başladı. Hangi aydı hatırlamıyorum ama Şeker Bayramı öncesiydi. İstanbul Tarabya'da denize karşı otururken aniden zihnimdeki düşünceler değişti. Ona olan güvenim sarsıldı, içimde sevgisinin var olduğundan emin olmama rağmen titreyişimi fark ettim. Ondan uzaklaşmayı, onu terk etmeyi düşündüm. Gençtim… içimdeki o ateşin, dünyayı bile değiştireceğine inanıyordum; güçlüydüm de. Aldığım kararı hemen uyguladım ve onu terk ettim; ama sadece kısa bir süreliğine… Bir buçuk ay sonra tüm zihnim ve bedenim tekrar onu aramaya başlamıştı. Onu tekrar istiyordum… Bunun çok yüzsüzce ve çok alçakça olduğunu biliyorum ama ben ne zaman istersem onun bana koşmak için bir saniye bile düşünmeyeceğini biliyordum. Ve onu çağırdım… Dudaklarımla buluşması sadece birkaç saniye sürmüştü. Başımın hafif hafif dönmesi zihnimdeki o duyguyu alevlendirmişti. Hatta kendime, ara sıra ondan uzaklaşsam çok daha güzel olacak demek ki, bile demiştim namertçe…
Üniversite yıllarında, sonrasında, iş yaşamında o hep yanımda oldu. Ben de ondan uzun süreli uzaklaşamıyordum. Yürürken, düşünürken, özlerken, hüzünlüyken, ağlarken yanımda olmasını, kokusunu yatağımda ve evimde hissetmeyi seviyordum. O, deli beygirler gibi çalışıp kod yazdığım anlardan nefret ederdi. O anlarda onun hep yanımda olmasını isterdim ama yine namertçe bir şehvetle. Onu alevlendirecek, heyecanlandıracak bir ateş yakardım önce. Sonra dudaklarımı onunla buluşturur ve içime çekerdim. Ardından koduma geri dönerdim… Orada sessizcedurur ve onunla ilgilenmemi beklerdi. Alevlenmiş hâline dikkat etmemi arzulardı. Ama ben, sanki onun alevini söndürür gibi son kez dudaklarımı onunla buluştururdum. Sonra da yine işime dönerdim…
Yaptığım itirafların fazlasıyla açık sözlü olduğunun farkındayım… Belki okurken bana kızacağınızı, "Sen de mi!" diyeceğinizi de biliyorum ama onunla olan ilişkimi tüm çıplaklığıyla anlatmak istiyorum. Zor günler başlayıp kendimi odama hapsettiğimde, gözlerimin körelmesine alışmaya çalıştığım zamanlarda da o yine yanımdaydı. Bana olan sevgisinden asla şüphe etmiyordum; etmedim ve edemem de… Ancak o zor günler onun çok hoşuna gitmişti. Sadece ona aittim… Günün tüm saatlerini bir tek onunla paylaşıyordum. Küçük evimin her yanı o ve benimle doluyordu… Ben mutsuz olsam da o mutluydu… Toplanmaya başlarken onun yine mutlu olduğunu biliyordum. Çünkü bundan sonraki yaşamımı onunla daha çok paylaşacağım ortadaydı. Haklıydı da… Öyle de oldu. Bana hem arkadaş hem yoldaş oldu. Düşüncelerimi ona anlattım, İçimdeki Adam'ın sesini kısmak için onun kollarına atıldım. Kendimle mücadele ederken güç almak için ona sarıldım… Sonra ne mi oldu?
Onun, yavaş yavaş, sanki kötücül bir bakteriymiş gibi bana verdiği zararı fark etmeye başladım. Ona olan bağımlılığım fazlasıyla artmıştı. Onsuz hiçbir yere gitmiyordum; o yanımda yokken kendimi eksik hissediyordum. Her gün defalarca dudaklarımda onunla buluşuyordum. Her gece onu öperek uykuya dalıyor, uyandıktan sonra yine onu istiyordum. Göğsümde hissettiğim o garip sancının büyüdüğünü fark ediyordum. Kalbimin atışlarının hâlâ aynı olduğunu bilmeme rağmen bir süre sonra bozulacağından emindim. En sonunda onu terk etmeye karar verdim… Ama bu karar kolayca uygulanacak bir şey değildi. Artık eskisi kadar genç ve güçlü değildim; ona olan bağlılığım, sevgim alışkanlık sınırlarını bile aşmıştı. Benim için tek bir anlamı yoktu; yaşamımdaki birçok boşluğu onunla dolduruyordum. Ben onu kendime köle yaptığımı düşünürken, yıllar geçtikçe onun kölesi olduğumu anlamıştım. Aslında bunu çok uzun zaman önce fark etmeme rağmen kendime söylemiyordum; çünkü ondan uzaklaşmak istemiyordum.
Her şey zor olacaktı. Daha ilk günden onu özleyecektim… O yanımda olmadığı için kendimi kötü hissedecektim… Mücadeleden vazgeçip, kendimi kandırıp, akıl oyunlarına uyup onu arayacak ve yine yanıma çağıracaktım; çünkü onsuz geçen günlere katlanamayacağımı biliyordum. Aklıma ilk gelen, bir doktora gitmek oldu. Müptelalıkların sonlanması konusunda uzman olan birine başvurmayı düşündüm. Belki bir ilaç, bir kutu hap yetecekti ondan ayrılmama. Ama sonra düşündüm; eğer kazanmayı istiyorsam onunla yalnız başıma savaşmalıydım… Onunla olan beraberliğime bir süre daha devam ettim. Ama her gün kendime artık ondan uzaklaşmam gerektiğini kesin bir dille söyledim. Hiçbir zaman, hiçbir zaman bir tarih belirleyemedim. Onu terk etmem gerektiğini söylemekten başka hiçbir şey yapamıyordum. Ama bir gün kendimde o gücü hissettim. "Seni, pazartesi sabahı terk edeceğim…" dedim sessizce.
Sustu… inanmak istemedi veya inanamadı söylediklerime. Susmaya devam etti. Ama sadece birkaç dakika… Ardından yine dudaklarımla buluştu. Ayrılmak istemediğini biliyordum; ben de ondan uzaklaşmayı fazlaca istemiyordum. Yapmam gereken şeyi biliyor olmam da sonucu değiştirmiyordu. Doğru davranışı bilirsiniz ama yapamazsınız ya işte onun gibi bir şeydi. İki gün boyunca o, hiç yanımdan ayrılmadı. Her fırsatta hem onu hem de kendimi avutmak için dudaklarımı ona sundum. Derin derin içime çektim onu, kokusunu özleyeceğimi söylememeye çalışarak saatlerimi harcadım ona. Pazartesi sabahı uyandığımda içimde garip bir duygu vardı… O, birkaç dakika sonra gidecekti… Daha doğrusu gönderilecekti…
Hayatımda bu kadar tembel hareket ettiğim bir an daha hatırlamıyorum. Banyoya giderken ayaklarımı yerlerde sürüyerek zaman kazanmaya çalıştım. İki lokmalık kahvaltımın her parçasını dakikalarca ağzımda geveledim. Geçen her saniye, onunla olan birlikteliğimin uzamasını sağlıyordu. Ardından onunla planladığımız gibi kahvemi yaptım… Her bir yudumdan sonra dudaklarımı onunla buluşturdum, dilimi yavaşça ona dokundurdum, onu içime çektim… Kahvemin son yudumunun ardından ona son bir kez sarıldı dudaklarım ve ardından onun alevini söndürüp yarı aydınlık odamın içinde mırıldandım: "Elveda, Kısa Parlaiment'im…"

Yazının ilk bölümünün son noktasını koyunca, "Murti…" diye sesleniyor İçimdeki Adam. Yüzümde çarpık ve muzip bir gülümseme beliriyor. "Efendim, İç Ses" diyorum zihnimde.
"Sen var ya Murti… Bazen çok it bir herif oluyorsun!" diyor hazretleri. Yine gülüyorum. Bu sefer kesinlikle söylediğine de katılıyorum. "Teşekkür ederim, İç Ses, sen de öylesin" diye yanıt veriyorum ona.
"Sen bence, Sdf'nin dediği gibi aşk romanı yaz Murti. Sigarayı bırakışını bu şekilde yazıyorsan; oho…" Yanıt vermiyorum İçimdeki Adam'a. Sessizliğimi korumaya devam ediyorum.
"- Sence, kaç kişi 'Elveda, Kısa Parliament'im' cümlesinden sonra yazıyı en baştan okur İç Ses?" diye soruyorum ona. Omuz silkiyor. "Okusalar ne yazar, okumasalar kaç yazar?" diye mırıldanıyor huysuz huysuz. "İyi, hoş, güzel yazdın da Murti, sen kendine sigarayı yine içeceğini söylüyorsun."
Haklı… bugün İçimdeki Adam'ın "doğru" günü. İçmeyi düşünüyorum ama adam gibi… Onun iti veya kölesi olmadan. Sadece sosyal ortamlarda… canım isterse, biri ikram ederse içerim belki!
"Kandırma kendini Murti, bir tane içersen devamı da gelir, unutma bunu."
"- Gelmez koçum, gelmez… Gelse de iktidar partisi ve ÖTV gelmesine izin vermez. Bir ay önceki 'güncellemelerle' paketi dokuz lira olmuş meretin."
"Siyasete ve vergiye laf atma Murti. Maliye Bakanlığı yakaladığını güncelliyor bugünlerde. Çok sevdiğimiz Çin atasözünü de unutma."
"- Hangi Çin atasözünden bahsediyorsun İç Ses?"
"'Pet şişeye' giren şemsiye açılmaz… 'Pet şişeye' giren ampul çıkmaz…"

Notumsu: Bu yazı 20.11.2011 tarihinde yazılmıştır. Şu anki tarih 2017 yılı Temmuz ayı olmakla birlikte canımın çok istemesine rağmen hâlâ tek bir sigara içmemiş olmama ben bile zor inanıyorum.

Sayfa: 39/55