Aşkım'dan Nefret Ediyorum! Paylaş!

Evet, evet yanlış duymadınız. Nefret ediyorum Aşkım'dan! Başımın fena hâlde derde gireceğini, okyanusun sert kumlarına gömüleceğimi veya en iyi ihtimalle falakaya yatırılacağımı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Ben aynı zamanda "bi'tanem, bebeğim, tatlım" kelimelerinden de pek hoşlanmıyorum. Buna hoşlanmamak da denmez aslında. Garip geliyor bana, tekdüze söylenmiş bir kelime gibi algılıyorum diyelim.
"Sen de amma ruhsuz öküzsün birader ha!" da demeyin lütfen. Bunun ruhla, kalple bir alakası yok! Çevrenizdeki insanlara ve kullandıkları sözcüklere dikkat ediyor musunuz? Facebook'ta, arkadaşının kuzeninin hala kızının kardeşi olan,, yani dış kapının mandalının üretildiği fabrika arazisi kadar uzaktan tanışan insanlar, üç günde bülbül gibi şakımaya başlıyor. Birinci gün öylesine giden sohbet ikinci gün "canım"lanıyor. İkinci günün akşamı "bitanem"leniyor. Üçüncü günün sabahı "bebeğim", üçüncü günün akşamı gece yatarken "Aşkım"lanıyor. İşte ben bu yüzden Aşkım'dan nefret ediyorum. ulu orta kullanılan "Aşkım"ın, o özel sevgiyi tarif edemediğine inanıyorum. Şimdi diyeceksiniz ki, "Sen hiç kimseye aşkım demedin mi?"
Dedim elbet, demez miyim? Ama en son ne zaman söylediğimi hatırlamak için düşünmem gerekir. Bence kelimelerin asıl değeri, o kelimeye yüklenilen ruhla, enerjiyle ölçülmeli. Tabii her ruh birbirinden farklı olduğuna göre farklı ruhlar farklı kelimelerle adlandırılmalı. Eski sevgilileriniz de yenisi de sizin için "Aşkım"sa onun nesi yenidir ki? Âşık olduğunuz, her şeyiyle kabullendiğiniz kişiye "Balkabağı suyum!" da diyebilirsiniz. O kelimeyi söylerken yüklediğiniz anlamdır önemli olan; o anlamdır gerçek "Aşkım". Ancak insan ırkının dişilerinin bu konuda bir sıkıntısı var. Haydi, şimdi gidin sevgilinizin yanına, onun önünde diz çökün, elini tutun, gözlerinin içine uzun uzun ve derin derin bakın. Eline masum bir öpücük kondurup gözlerine bakarken, "Balkabağı suyum, seni seviyorum…" deyin.
Sonra ne mi yapacaksınız? Tabii ki hiç arkanıza bakmadan son hızla oradan uzaklaşacaksınız. Aksi takdirde Balkabağı Suyu'nuzun size kabağın hasını tattıracağını ve sizi okyanusun kumlarına gömeceğini garanti ederim. Kadınların büyük bir bölümü bu yazdıklarımı doğru bulmayacak. "Seviyorsa 'Aşkım' desin." "Her önüne gelene söylemediği takdirde neden kullanmasın ki?" "Sen de uçtun yine yahu, söylesin 'Aşkım' diye ne zararı var!" diyenler olacak. Derler… "Senden önceki sevgilisine de 'Aşkım!" diyordu" dediğinizde de bıdı bıdı söylenirler. "Siz kadınlar, benzini depodan değil bidondan çekmeyi çok seviyorsunuz" diye yazınca da lafı itelerler.

"Murti! Değiştir konuyu baydın ve yaydın; gözün aydın!" diyor İçimdeki Adam. O da son günlerde çok iğrenç espriler yapıyor zihnimde. Olsun, buna da şükür. "Gözün aydın" yerine "Kuşum Aydın" da diyebilirdi. "Sen iğrenç bir herifsin, Murti!" diyerek ek yorum yapıyor İç Ses. "Teşekkür ederim" diyorum ona ve konuyu değiştirmeye çabalıyorum. Bugün nedense ona pek bulaşmak istemiyorum.
Şu, sosyal medya denen ortam bazen gerçekten işlevsel oluyor. İnsanın geçmişe dönmesini ve gülümsemesini sağlıyor. Geçenlerde Facebook'ta bir çocukluk arkadaşım yazdı. Uzun zamandır denk gelmemiştik. "Heidi'nin Karpuzcusu" yazısını okumuş. "Sekiz katlıya gidişimizi de yaz. Babamdan yediğim sopa hâlâ aklımda. Sen de bir hafta oda cezası almıştın" dedi.
Güldüm… hem de içten bir kahkaha atarak. İlkokul beşe gidiyordum o günlerde. Babam emekli olduğu için fabrikanın lojmanından çıkıp kendi evimize taşınmıştık. Yeni mahallede arkadaşlar edindikten bir süre sonra "Haydi, fabrikanın lojmanına gidelim!" önerisini ortaya atmıştım. Sanırım dört kişi, bisikletlere binmiş ve lojmana gitmiştik.
Mevzuyu böyle anlatınca çok basit görünüyor; ama değildi. Yaşımız on iki falandı. Lojman yaklaşık dört kilometre uzaklıktaydı ve bu yolun tamamı Organize Sanayi Bölgesi'nden geçiyordu. Kamyonlar, işçi otobüsleri vızır vızır… Biz lojmanda keyif çatıp maç yaparken ailelerimiz meraktan çıldırmış. Arkadaşımın çok fena sopa yediğini hatırlıyorum ama oda cezası aldığımı hatırlamıyorum.
Zaten keskin olan hafızam bazen beni çok şaşırtıyor. Başka bir ortaokul arkadaşım, "Sen okuldayken Nejat Uygur'un 'Miğferime Çiçek Ektim' tiyatro oyunundan sahneler oynardın" dedi. Yine güldüm; bu sefer kahkahalarla. Çok severdim o oyunu. Bir arkadaşla sınıfın ortasına çıkıp oyunun en komik yerini oynadığımızı hatırlıyorum. Dişlek olan tiyatrocu, Nejat Uygur'un eline bir çalı süpürgesi veriyor ve ona silah kullanmayı öğretmeye çalışıyordu. Sınıf önüne çıkmadan hademenin süpürgesini araklıyorduk. Arkadaş bana "Horozu kaldır!" diyordu. Omzumda süpürge dayalıyken arkadaşa dönüyordum. "Sıkıysa gel sen kaldır!" benzeri bir repliği söylüyordum muşmula bir surat ifadesiyle. Böyle sürüp gidiyordu. Arkadaşım, heyecanlı bir ses tonuyla, "Kır belini!" dediğindeyse… Buna inanmayacaksınız ama silahı simgeleyen süpürgeyi fırlatıp "Ali Dayı kırrrrr belini" diye bağırıyor ve Nejat Uygur ne yapıyorsa ben de aynısını yapıyordum. Tabii rezilliğin de bir sınırı olduğu için o faslı yazmıyorum. Çok merak eden Google Ağabey'e başvurur.
Benim hatırlamadığım başka bir şey varmış. Ben tek başımayken de oynarmışım Nejat Uygur oyunlarından sahneler. Hatırlamıyorum… Arkadaşımsa emin. "Bir kez de değil, birçok sefer sen bize oynadın. Hatta istek yapardık. Ayrıca sen, sessiz sinema oyununda da çok iyiydin" diyor arkadaşım.
Zihnimi zorladım, zorladım, zorladım… Hatırladığım tek şey sınıf önünde "bir" kez oynamış olduğumdu. Utangaç bir velettim ben; nasıl yapmışım o işleri şimdi bile hayret ediyorum.
"Murti, haydi gel sessiz sinema oynayalım!" diyor İç Ses. Duymazdan geliyorum; biliyorum ki yem atıyor bana, iteleyecek lafı ilk fırsatta. "Yok, yok masum niyetliyim Murti. Sessiz sinema oynamak istiyorum sadece. Hem seni hiç yormayacağım! Sen ayağa kalk ve sadece aynaya bak."
"- İç Ses, uğraşma benimle. Oyun falan istemiyorum ve ben susuyorum."
"Hah! Ayna yerine monitöre bakman da yeterli! Bu kadar basitti Murti; sessiz sinemayı oynadın ve ben yanıtı çabucak buldum. Hemen cevap vereyim. Sorduğun filmin adı: 'Afrika Gorili!'"

Sayfa: 40/55