Sesli versiyonunu dinlemek için tıklayın!
Bilgi: Öyküde, görmeyen kadınların sokaklarda karşılaştığı ve "taciz" olarak nitelendirilebilecek davranışlarla diğer görmeyenlerin başından geçen ve hoş karşılanmayan olaylar mizahi bir dille hikâyeleştirilmiştir. Yıldız sembolüyle (*) işaretlenmiş yerler; görmeyenlerin sık sık karşılaştığı "gerçek" cümleleri, rahatsız edici davranışları ifade etmek için kullanılmıştır. Görmeyenlerin, sokaklarda uğradığı tacizlerin azalmasına katkıda bulunmak isteyenler öyküyü paylaşabilir.
Bir Kör Öyküsü: Lay Lay Li Lay Lom
Nehir, ara sokağın başına gelince duraksadı. Bastonu diğer eline alıp akıllı telefonuna birkaç kez dokundu: "Hedef, dokuz yüz metre, saat iki yönünde." Genç kadın doğru yerde olduğunu anlayıp ara sokağa girdi. Bu semte yeni taşınan bir arkadaşının evinden işe gitmek üzere birkaç dakika önce ayrılmıştı. Sabahın erken saatlerinde tenha bir sokakta ilerlemek onun için keyif vericiydi; ne ona uzaktan seslenen biri vardı ne de aniden koluna girip sağa sola çekiştiren biri.(*) Tam bu düşünceler aklından geçerken arkasından yaklaşan ve gittikçe hızlanan ayak seslerini işitti.
"Merhaba, hanımefendi… İsmim, Mahmut. Yürüyüşünüzde size eşlik etmemi ister miydiniz?"
Nehir, bir an hiç oralı olmadan yürümeyi aklından geçirdi. Körler, sokakta kendi başlarına yürürken türlü türlü insanların "yardım" çabalarına maruz kalırdı.(*) Nehir'se ortada bir talep yokken gelişigüzel girişilen ve çoğunlukla istek dışı fiziksel temas içeren bu girişimleri taciz olarak değerlendiriyordu. Tabii başka bir gerçek daha vardı: Kişilerin büyük çoğunluğunun amacı taciz etmek değil, yardımcı olmaktı; ne var ki davranışlarının aslında taciz olduğunun bilincinde değillerdi. Birkaç saniye önce konuşan adamın kibar biri olduğu da ortadaydı. Fiziksel temas kurmaması bir yana, kendini tanıtması bile başlı başına takdir edilmesi gereken bir davranıştı. Nehir, "Teşekkür ederim, kendi başıma hallederim" demekle yetindi.
"Elbette…" diye mırıldandı adam. "Ancak ilerisi biraz sıkıntılı, o yüzden dikkatli olursanız iyi edersiniz, hanım kızım."
Nehir, adamın sesindeki yumuşak tınıyı ve "siz" hitabını kaçırmamıştı. İnsanların büyük bir çoğunluğu normal yaşamlarında "siz" diye hitap ettiği kişilerin benzerlerinin engelli olması hâlinde "sen" derdi.(*) Sorulduğundaysa bunun nedenini açıklayamazlardı. Nehir, adamın cümlesinin mantıklı olduğuna karar verince ileride ne tür sıkıntılar olduğunu sordu. Adam gülümsedi. "Eeee şey… Kaldırımları otopark olarak kullananların düdütleri, hatırı sayılır miktarda ve saçınızı başınızı dağıtacak kadar çok ağaç dalı, birkaç ufak çukur ve en önemlisi de iki gün önce başlayan inşaatın hafriyat alanı -ki tahmin edeceğiniz üzere çevresinde bastonla fark edilebilecek herhangi bir önlem de yok.(*) Kısacası körler için gayet sıradan şeyler!"
Nehir güldü. Adamın tekdüze başlayan ses tonunun bazı yerlerde yaptığı vurgu hoşuna gitmişti. Tam o sırada bastonunun ucu kaldırıma park etmiş bir aracın altına girdi. Nehir, bastonun ucundaki toptan gelen yankı değişimini fark edip kenara doğru yönelirken adamın birkaç adım geride kaldığını fark etti. Normalde kibar biçimde yaklaşan kişilerin bile çoğu böyle bir durumda iyi niyetten kaynaklanan bir hareketle körü durdurur veya koluna girerek çekiştirirdi. Adamın bu tür bir davranışta bulunmamasının tesadüf olmadığı aşikardı. "Sanırım tanıdığınız kör biri var?"
"Doğru…" dedi adam. "Kuzenim Ferit, bir yarasa kadar kördür!"
Nehir, bir yandan yürüyor diğer yandan da yaşlı adamın anlattıklarını dinliyordu. Mahmut, yetmiş dört yaşındaydı ve müzisyendi. Üniversitede ve sonrasında kuzeni Ferit'le aynı evi paylaştığı için körcül yaşama yakındı. "Sizler, yaşlı körlere göre hem çok şanslı hem de şanssızsınız. Şanslısınız çünkü cebinizde taşıdığınız o oyuncaklar hayli sıkı iş görüyor. Şanssız olmanızın en büyük sebebiyse şu anki toplumun geçmişe oranla çok daha anlayışsız olması" dedi adam. Nehir'in bastonu kaldırıma park etmiş başka bir aracın altına daha girince adam tekrar onun gerisinde kaldı. "Bunu genç bir hanımefendiye söyleyeceğim hiç aklıma gelmezdi ama işte söylüyorum! İsterseniz koluma girmenize müsaade edebilirim!"
Adamın neşeli ve samimi tavrını hisseden Nehir güldü. "Tamam! Sanırım teklifinizi kabul etmenin bir sakıncası yok, biraz önceki yedinci arabaydı!" dedi ve sonra sordu: "Eşiniz veya kız arkadaşınız hiç kolunuza girmez mi?"
"Met-Üst'ün bir karikatürü vardı…" dedi adam ve anlatmaya koyuldu. Karikatürde bir kadın, yanındaki adamın koluna girmek üzereyken çizilmişti ve adamın konuşma balonunda şu cümle yazıyordu: "Canım de aşkım de kocacım deme; elimi tut, burnumu sık ama koluma girme!"
Genç kadın bir kahkaha attı. "Gerçekten güzelmiş, Beybaba!" dedi; sonra duraksadı. "Kusura bakmayın… 'Beybaba' kelimesi ağzımdan birden çıkıverdi…"
Adam, koluna girmiş Nehir'in eline hafifçe bir şaplak vurdu. "Aldırma! Zaten gitgide dinozorlaşan bir adamım ben. 'Beybaba' demenizin bir sakıncası yok." Nehir kabul etti ve onun da "siz" diye hitap etmesine artık gerek olmadığını söyledi. Birkaç adım daha ilerledikten sonra yaşlı adam kikirdedi. "Bunu görüyor musun ha?"(*) diye sordu. Nehir, o sırada havada sallanan bir el nedeniyle oluşan esintiyi fark etti. Bir an nasıl bir tepki vereceğine karar veremedi. Hemen sonrasında adamın elinin, yüzüne biraz daha yaklaştığını hissederken Beybaba'nın dalga tınıları dolu sesini tekrar işitti: "Sana elimi sallıyorum yahu! Sen, hiç mi görmüyorsun?"(*)
Nehir, adamın tamamıyla gırgır geçtiğini anlayınca gülümsedi. "Bana çarpan kamyon çok hızlıydı be Beybaba… Her yer karanlık…"
"Böyle ortalıkta başıboş yürürsen(*) uzay mekiği bile çarpar!" dedi adam ciddi bir sesle. Ondan sonra aynı tonda devam etti: "Hem senin sahibin yok mu?(*) Sokağa niye yalnız çıkıyorsun sen?(*)"
Nehir bir kahkaha attı. Üslup, ne kadar da önemli bir şeydi. Daha önce aynı soruyu birkaç kez duymuştu ama o zamanlarda sorulan bu sorular tamamıyla ciddiydi. "Evde kaldım be Beybaba… Ondan sahipsizim ben…" dedi acıklı bir sesle.
Beybaba, ciddi bir ses tonuyla konuşmaya devam ediyordu: "Fıstık gibi kızsın!" dedi. Sesini hafif alçaltarak ekledi: "Üzülme… Her malın bir kör alıcısı vardır…"(*)
Nehir, ilk kez "mal" olarak nitelendirilmiş olmasına kahkahayla karşılık verdi. "Çok merak ettim, Beybaba. Ferit'in kör kız arkadaşlarından birini tavlayabildin mi gençliğinde?"
Adam iç çekti. "Nerede bende o şans?" dedi hüzünle. "Hâlbuki suratımın muşmulaya benzediği gerçeğini dikkate alırsak kör bir sevgili için ideal biriydim.(*) Ayrıca başını eğ!"
Nehir, kör kadınlara genelde tipsiz kişileri yakıştıranlara yapılan dokundurmaya gülmek üzereyken son cümleyi gözden kaçırmıştı. "Ah!" Nehir, alnına çarpan kalın dal parçasıyla inledi. "Aldırma!" dedi Beybaba. "Ferit de genelde çarptıktan sonra fark ederdi. Ayrıca önceden uyarmadığım için de kusura bakma lütfen. Bunlar eski alışkanlıklar!"
Nehir, Beybaba'nın yaramaz bir çocuk gibi güldüğünü fark edince nedenini öğrenmek istedi. Yaşlı adam, kuzeniyle aynı evi paylaşmaya başladıktan sonra yaşadıklarını anlatmaya koyulmuştu. Beybaba, gençken hayli savruk ve dağınık biriydi. Bir süre sonra sağa sola bırakılan eşyalara çarpmaktan yılan kuzeni onu kör etmeye karar vermişti. Anlaşmaları basitti: Beybaba, hafta sonu boyunca ev içinde göz bağı ile dolaşacaktı. Duvarlara tutunarak yürümesi nedeniyle kuzeninin onunla saatlerce nasıl dalga geçtiğini gülerek anlatıyordu adam. Göz bağı ile uyandığı ikinci gün mutfağa gitmişti. Ferit, masada oturmuş sigara içerken Beybaba kahvaltılıkları çıkarmak için buzdolabına yönelmişti. Ferit, raflarda tıngırdayan kâse sesinin ardından Beybaba'nın söylenmesini duyunca bir kahkaha atmış ve ardından Beybaba'nın bir daha rafları asla karıştırmamasını sağlayan cümleyi kurmuştu: "Elini yıkamayı boş ver! Parmaklarını yala! Hatta bana kızdıysan yaladıktan sonra tekrar reçel kâsesine sokup çıkar ve bir daha yala! Çünkü ben hep öyle yapıyorum!"
Nehir son günlerde attığı en büyük kahkahalardan birini koyverdi. "Senin kuzen, tam benim kafa dengiymiş Beybaba!"
"Kim bilir, belki bir gün onunla da tanışırsın?" dedi adam ve sordu: "Sanırım sen otobüs duraklarına gidiyorsun?" Nehir onayınca Beybaba devam etti: Aslında oraya kadar eşlik etmekten çok keyif alırım ama sırf bunun için yolumu değiştirmemden hoşlanmayacağını düşünüyorum. O yüzden tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna!"
Nehir gülümsedi. Böylesine şeker bir adamla yürümekten kimse şikâyet edemezdi ki! Ama Beybaba'yı onadı ve vedalaştıktan sonra yer altı geçidine doğru yürümeye koyuldu. İçeri yeni girmişti ki, bir adam onu bileğinden kavradı.(*) İnsanlar, bu davranışın kaba olduğunu düşünmüyorken yapılan davranışın aslında taciz olduğunu söylemek ne işe yarardı ki? Nehir, bileğini sertçe çekerek tanımadığı adamın elinden kurtarıp yürümeye devam etti. Bir şey söylemeden bileğine yapışan adama Nehir de tek kelime etmemişti.
Baston ucundan yankılanan tangırtılı sesi ve tırtıklı zemini algılayınca yavaşladı ve yürüyen merdivenin tırabzanına doğru yaklaşıp durdu. Birkaç saniye önce bileğine yapışan adamla aynı anda o merdivene binmeye hiç mi hiç niyeti yoktu! İnsanların bakış açıları garipti. Bir kör, bastonuyla merdivenlere, metro istasyonunda raylara doğru yaklaşırken "görmediği için" düşeceğinden çekinip tedirgin oluyorlar ve fiziksel temasla müdahale edebiliyorlardı.(*) Nehir'in en çok nefret ettiği şey bir yürüyen merdivenden aşağı inerken yanındaki kişinin, düşmemesi için aniden onun beline sarılmasıydı. (*)
Evet, çoğunlukla kişilerin amacı yardımdı; evet, aynı endişe ve kaygılar nedeniyle benzer fiziksel temaslara kör erkekler de maruz kalıyordu. Ancak hiçbir gerekçe bir kadına böyle bir biçimde yaklaşmayı haklı gösteremezdi. Üstelik kör kadınlara aynı davranışı sergileyen kişilerin tamamı iyi niyetli değildi; kimisi de iyi niyetle başlayıp fırsattan yararlanmaya da kalkışıyordu.(*) Sırt hizasından sarılan kol, "Sıkı sıkı tutayım da düşmesin…" bahanesiyle uzanıyor ve kadının göğsüne temas edecek kadar derinlere ilerliyordu.(*) Nehir bir seferinde bu tür bir sarılışa öylesine hazırlıksız yakalanıp öfkelenmişti ki, ona sarılan adamı az kalsın yürüyen merdivenlerden aşağı atıyordu! Bazen de sarılışa karşı verilen refleksle bedenini kenara çeken kadın, yardımsever adamın ellerini göğsünde hissediyordu.(*) Her ne kadar çoğunluk iyi niyetli kişilerden oluşsa da fırsatçılar ve kötücül düşüncelere sahip olan kişiler de aynı toplumdaydı.
Nehir, yer altı geçidinden çıkıp otobüs durağına doğru yürümeye koyuldu. Otobüsler, metroya nazaran hoş olmayan davranışlarla daha sık karşılaşılan araçlardı. Çünkü metroda olduğu gibi aracın durduğu yer ve gelen aracın tipi sabit değildi. Bir seferinde otobüse binmek üzereyken şoförün, "Bir saniye!" demesini duyunca duraksamıştı. Direksiyondan kalkan şoför basamaklara kadar gelmiş, Nehir'e sarılıp kucaklayarak araca binmesine yardım(!) etmişti.(*) Adamın sarılması ve Nehir'in ayaklarını yerden kesmesi o kadar hızlı olmuştu ki, kısa süreli bir şok yaşayan kadın anca ayakları otobüs zeminine basınca tepki verebilmişti.
Nehir, akıllı telefonunda yeri işaretli olan durağa yürüyüp sıraya girdi. Birkaç dakika sonra gelen otobüse binmek üzereyken bastonunu sürüdüğü sol kolunun iç kısmından yukarı doğru kayan ve koltuk altını aşıp çok daha içerilere temas eden bir eli hissetti.(*) "Bırak!" diye bağırdı. Sol kolunu geri çekerken adamın kolunu yakaladı. Sağ elinin parmaklarını gerdi ve elinin sırt kısmıyla adamın köprücük kemiğine tüm gücüyle vurdu. Elini hızla diğer tarafa geçirip aynı şiddetle olmasa da mümkün olduğu kadar güçlü biçimde bir kez de adamın boğazına vurdu. Az önce teninde hissettiği dokunuştan kaynaklanan iğrenmeyi söndürmek için derin bir soluk aldı.
"Sen… ne… ne yapıyorsun… yardım etmeye…" Nehir, güçlükle soluk alan adamdan birkaç adım uzaklaşmıştı. Söylediklerini duyunca bir an duraksadı. Boş bulunup aşırı bir tepki mi vermişti? "Hayır…" dedi içinden. Bu, kesinlikle bir yardım çabası değildi. Adamın parmak uçlarını göğsünün hemen yakınında hissetmişti. Nehir, adama laf etmek üzereyken hemen arkasından sinirli bir kadın sesi duydu: "Öküz müsün sen! Utanmasan kızı sırtına vuracaksın!"
Adamın yanıtı aynıydı: "Görmediği için yardım etmek…" Aynı sinirli ses, "Muhtemelen yardım isteyeceği son kişi sensin! Sarkıntılık yapmak için bahane arama! Kimseden yardım falan da istemedi!" Adam, kadına biraz sesini yükselterek yanıt verince arka taraftan bir erkek sesi duyuldu: "Hadi kardeşim, ya otobüse bin ya da bas git. Sabah sabah bizi polisle uğraştırma. Ne halt ettiğini herkes gördü."
Nehir, derin bir nefes daha aldı. Normalde onun yerine başkasının konuşmasından hiç hoşlanmazdı ama kendisinin de uygun bir tepki verdiği kanısında olduğu için ek olarak bir şeyler söylemeye gerek duymadı. Kısa süreli iki yumuşak dokunuşu omzunda hissettikten sonra aynı kadının sakin ses tonunu duydu: "Sıra sizde… Maalesef ki önünüzde dövebileceğiniz başka bir hayvan yok." Nehir, kendini tutamayıp güldü. Kadının yardım etmek için koluna gireceğini düşünmüştü ama yanılmıştı; zaten bir körün otobüse binip inmesi için başkasının yardımına ihtiyacı yoktu.(*) "Şoförün arkasındaki ilk koltuk boş. Koltukların sırt kısmı cama bakıyor." Nehir, teşekkür etti. Hayvanat bahçesi kaçkını bir adamla karşılaştıktan hemen sonra ihtiyaç duyduğu oranda ve uygun bir biçimde yardım eden biriyle karşılaşmak hayli şaşırtıcıydı.
Nehir koltuğa oturduktan sonra bastonun üstteki iki parçasını aşağı doğru katladı. Kulaklığının birini takıp akıllı telefonunda bir şeyler dinlemeye koyuldu. Alışmışlıktan mıydı yoksa umursamamaktan mı, bilmiyordu; ama birkaç dakika önce hissettiği kötücül duygular zihninden uzaklaşmıştı. Belki de bu hızlı rahatlayışın sebebi içinde uyanan öfkeyi karşı tarafa yansıtabilmiş olmasıydı.
Otobüs hareket edeli yirmi dakika olmuştu ki karşı tarafta oturan bir kadının, "Pişttt!" demesini işitti.(*) Körler, öznesi olmayan seslenişlerin kendilerine yönelik olduğunu deneyimleri nedeniyle bilirlerdi; ancak Nehir duymazdan gelmeyi tercih etti. Ne var ki kadın tekrar seslendi: "Pişştt! Kız! Sağır mısın?"(*)
"Bana mı seslendiniz, Teyze?" diye yanıtladı Nehir. "Evet, sana diyorum tabii! O elindeki sopa ne öyle?"(*) Nehir derin bir iç çekti. "Ben; körüm, Teyze. O sopa da baston, yönümü bulmamı sağlıyor." Nehir, acıma hissi dolu, "Ah… canım ya… çok üzüldüm…(*)" diyen kadının yaşadığı kısa süreli şaşkınlığı hissetti. Ardından kadının, yanındaki kızına veya oğluna söylediği cümleyi işitti: "Görüyorsun değil mi? Sen eşek kadar oldun hâlâ bensiz bir yere gidemiyorsun. O görmüyor ama kendi başına geziyor!"(*)
Nehir, istem dışı başını iki yana salladı. Birilerine ders veya öğüt vermek için malzeme edilmenin de herkes tarafından "çirkin davranış" olarak yorumlanmadığı kesindi.(*) Tam o sırada yanındaki adamın otobüsten inmek üzere ayağa kalktığını hissetti. "Eyvah!" diye düşüncelerinde inleme fırsatı dahi bulmadan kadın boşalan koltuğa oturdu. Körlerin yaşayışıyla ilgili merak edilen ve çoğu saçmalıktan ibaret olan sorular peşi sıra gelmeye başlamıştı. Nehir, kadını başından savmaya çalışıyor ama kadının patavatsız tavrı aynı istikrarla devam ediyordu. Sabahın bu saatinde sokakta ne yaptığını soran kadına işe gittiğini söyledi. Sanki görmeyenlerin bir iş yaşamı olamazmış edasıyla sorulan, "Ne iş yapıyorsun ki sen?(*)" sorusunu duydu. Nehir, konuyu geçiştirdi; ama hemen sonrasında bunu yaptığına pişman oldu. Çünkü kadının bir sonraki sorusu daha özeldi: "Evli misin?"(*)
Nehir iç çekti. Bu soruya, "Evet" yanıtını verse bir sonraki soru yüzde doksan, "Kocan da kör mü?(*)" oluyor; duruma göre eğer bir de çocuk sahibi olduğu anlaşılırsa, "Çocuğunu nasıl doğurdun?(*)" gibi saçmalığın zirvesine ulaşılan sorular geliyordu. Nehir, evli olmadığını söyledi. Ancak ne var ki ön yargıya dayanan bakış açısı her şeye bulaşıyordu. Kadın, bir süre beklemiş ve sonrasında konuşmuştu: "Üzülme kızım… Eğer istersen seni alt kattaki komşumla tanıştırayım. İmam nikâhlı iki karısı var. Bir kez daha evlenmek istiyor."(*)
Nehir, öfkeyle bir şeyler söylemek için ağzını açtı ama sadece derin bir nefes almakla yetindi. Kadına, yaptığı terbiyesizlik tangosunda eşlik etmeyecekti. Aslında kadının dile getirdiği düşünce orijinal değildi. Daha önce birçok arkadaşına sırf kör olması nedeniyle anca kuma olarak biriyle evlenebileceği söylenmişti.(*) Hatta bazı kendini bilmezler kör genç kızlara acıyor ve istedikleri takdirde "sevap için" sevgilisi olabileceğini söylüyordu.(*) Nehir, aldığı soluğu bıraktıktan sonra kadına teşekkür etti ve nişanlısı olduğunu söyledi. Ancak kadın sesini alçaltarak hiç beklemediği bir soru daha sordu: "Evlenince görmeden kocanla nasıl şey yapacaksın?"(*)
Nehir, sinirceli bir tavırla güldü ve benzer bir soruyla karşılaşan bir arkadaşının verdiği yanıtı tekrarladı: "Aaaa, Teyze? Yoksa siz amcayla her zaman ışıklar açıkken mi şey yapıyorsunuz?(*) Çocuklar fark etmiyor mu şey ettiğinizi?"
Kadının yaşadığı şaşkınlıktan faydalanıp belki konuşmayı keser umuduyla çantasından telefonunu çıkardı ve ineceği durağa ne kadar kaldığını kontrol etti. O sırada telefonda eskilerden bir şarkı çalmaya başlamıştı: "Sen gidince bak neler oldu / Kalbimin ucu yandı tutuştu / Şu dünyanın düzenine bak / Benim sevgilim…" Kadın, bir şey daha sordu. Nehir, hem soruyu duymamıştı hem de artık kadınla muhatap olmak istemediği için kulaklığında çalan şarkıyı yanıt olarak mırıldandı: "Hop trililaylay, lay lay li lay lom!"
Kadın, "Ne dedin?" diye sordu. Nehir tarz değiştirmeye karar verdi. Sağ avucunun tersini, sol avucunun içine ahenkli biçimde vururken mırıldanmaya başladı: "Tenni tenni tenni tenni tenanna, tenni tenni tenanna?"
"Anlamadım?" dedi kadın; Nehir gayet keyifli bir sesle ve sanki soru sorar gibi farklı bir melodiye geçti: "Tin tin, tini mini hanım? Tin tin, tini mini hanım?"
Kadın, şaşkınlık dolu bir sesle, "Aklını mı kaçırdın sen? Ne diyorsun?" diye sordu. Nehir o sırada yavaşlayan otobüsün ses sisteminden ineceği durağın adını duyunca ayağa kalktı. Kapıya doğru yürürken yeni bir şarkı söylemeye başlamıştı: "Oynatmaya az kaldı, doktorum nerede? Bir cici teyze yüzünden çıldıracağım, oooofffff!"
Serinin diğer öyküleri: