ÖSYM Hikâyesi Paylaş!

Her şey bir espriyle başladı.
2010 yılında YGS'ye hazırlanan yeğenimle konuşurken, "Ben de girsem mi sınava? Sence soruları koklayarak okuyabilir miyim?" diye sordum. Ağustos ayının son günleriydi. Sonradan iş ciddiye bindi, ders kitapları taranıp bilgisayara aktarıldı, başvuru süreci gelip çattığındaysa bir bilgisayar talep edildi. Ancak ne var ki bırakın bilgisayar verilmesini, dilekçeme bile yanıt alamadım.
Soruların elime harf harf yazılarak girdiğim sınavda ayrımcılığa uğradığımı iddia ederek açtığım davayı 2012 yılında kazandım. Hem ÖSYM hem de sınavı yaptırtan idare olarak YÖK tazminat ödemeye mahkûm edildi. Mahkeme, "sağlık durumu görmezden gelinerek sadece görme engelli aday statüsünde sınava alınmam nedeniyle verilen sınav hizmetinin 'kusurlu' olduğu" gerekçesiyle verdi bu kararı. Mahkemeden, bir sonraki sınav için bana bilgisayar verilmesi ile ilgili bir karar talep etmeyi de düşünmüştüm ama, idari yargının sadece işleyişi denetlemesi nedeniyle böyle bir talebin yapılamayacağını öğrendim.
2013 yılında YGS başvuruları başladığında soluğu ÖSYM bürosunda aldım. Sağlık raporu ve sınavda bilgisayar talep ettiğimi bildiren dilekçeyle başvurumu yaptım. Sonra bekledim… ama yanıt alamadım. "Belki dilekçemi okumamışlardır, ne olur ne olmaz," diyerek notere gittim. 2010 yılında açılan davada kusurlu bulunduklarını ve başvuru aşamasında verdiğim dilekçenin benzerini noter aracılığıyla ÖSYM'ye gönderdim.
İhtarnamenin çekilmesinden kısa bir süre sonra ÖSYM Başkanlığı'ndan bir yetkili telefonla annemi aradı. "Size günler önce çok önemli bir evrak yolladık. Ayın 28'ine kadar mutlaka geri dönüş yapmalısınız," dedi. Ancak günler önce yollandığı söylenen evrak bana ulaşmamıştı. Görevli ilgili evrağı faks aracılığıyla iletti. Gönderilen evrakta özetle, "Bilgisayarda kullanmak istediğiniz programların sınav güvenliğini riske atmadığına dair TÜBİTAK veya uluslararası bir kurumdan alacağınız raporu 28 Şubat'a kadar bize gönderin. Bu rapor elimize ulaştıktan sonra diğer talepleriniz (soruların bilgisayarda verilmesi) değerlendirmeye alınacaktır," deniyordu.
Gönderilen evrakın üstündeki tarih 11 Şubat'tı. Faksın yollandığı tarih ise 22 Şubat. Başka deyişle araya giren hafta sonunu çıkarınca istenen belgenin alınması ve teslim edilmesi için sadece 3 iş günü kalıyordu. Yollanan evrakın bana ulaşmama nedenini de aynı fakstan öğrendim. Başvuru formumda ve internetteki kayıtlarda adresimde yazan "Belek" semti gönderilen belgeye yazılmadığı için posta bana ulaşmamıştı…
Kısa süreye rağmen teknik bir üniversitenin Bilgisayar Mühendisliği Bölümü'nde görev yapan doçent bir hocamız, gerekli tedbirler alındığında bilgisayarların güvenli olabileceğini belirten yazıyı imzaladı. Sınav güvenliğinin adayın sorumluluğunda olmadığı bilgisinin de yer aldığı bir dilekçeyle bu belge ÖSYM Başkanlığı'na teslim edildi.
Birkaç gün sonra gelen haber ise müthişti! ÖSYM Başkanlığı'ndan arayan bir yetkili, yaptığım talebin kabul edildiğini, sınavda bilgisayar vereceklerini ve bu konuyla ilgili ön çalışmaları yapmak için 22 Mart'ta Ankara'dan Antalya'ya bilgisayar mühendisinin gönderileceği müjdesi verilmişti. İlk önce şaka yapıldığını sandım… ama haber doğruydu. Sadece ben değil, ÖSYM ile ilgili davadan haberdar olan herkes şaşırmış, beklenmedik bu gelişmenin hem ÖSYM hem de engelliler adına çok iyi sonuçlar doğuracağı düşünülmüştü. Telefonla verilen haber yazılı ve imzalı olarak elime ulaştığında internet oluşumları da durumdan haberdar oldu.
Ancak olaylar trajikomik bir şakaya dönüştü. Hikâyenin bu kısmından sonrasını aşağıdaki köşe yazısından öğrenebilirsiniz.


EN KOMİK ŞAKA!


"…
Aşağıda okuyacaklarınız ne bir komedi dizisi senaryosudur ne de karamizah türündeki bir öykü. Gerçektir…

Cuma günü gittim ÖSYM'nin Akdeniz Üniversitesi'ndeki birimine. Antalya Bürosu'nun müdürü ve Ankara'dan bu iş için gelen bilgisayar mühendisiyle tanıştık, el sıkıştık.
İl müdürü, 'Bilgisayar hazır, sizden detaylar öğrenildikten sonra program da yüklenecek. Sınava diğer adaylarla toplu olarak mı girmek istersiniz yoksa ayrı bir yerde mi?' diye sordu.
İnanılmaz şaşırdım. 'Vay be! Ayrımcılık kapsamında değerlendirilecek davranışlardan kaçınmaları ne kadar hoş! İşte olması gereken tutum budur!' dedim içimden. 'Teşekkür ederim, amacım işinizi zorlaştırmak değil, dış ortamlardan arındırılmış ve risk içermeyen bir odada sınava girebilirim, bunu ayrımcılık olarak değerlendirmeyeceğimden emin olabilirsiniz,' dedim. ÖSYM'ye verdiğim dilekçede soruların not defteri programında okunabilecek bir formatla verilmesini istemiştim. Çünkü gözümdeki sorun nedeniyle büyüteç benzeri programlar ile okuma yapamıyordum.
Mühendis arkadaşa, 'Soruları not defterinde vereceksiniz değil mi? Sınavdan önce görevlendirilmiş personel mi yazacak yoksa PDF formatından not defterine mi çevireceksiniz?' diye sordum.
İşte bu dakikadan sonra olay tam bir komediye dönüştü. Mühendis arkadaş müsaade isteyip Ankara merkez büroyu aradı. Geri geldi. 'Üzgünüm, sınav sorularını sınav saatinden önce açılması imkânsızmış,' dedi.
'Sınav başladığında açtığınızda, soruları bilgisayara nasıl yazacaksınız? Kaybedilen süreyi bana verecek misiniz?' diye sordum. Mühendis arkadaşa da bir şey diyemedim, çünkü bu tür bir konuda yetkisi yok, o sadece bilgisayarı kullanırken gözetmenlik yapmak için gelmiş. 'Peki, sınav başladığında soru kitapçığını açalım, sorular yazılsın, yazım esnasında geçen süre benim sınav süreme eklensin, nasılsa ilçelerden merkeze kamyonların gelmesi zaman alır,' dedim. Cümleyi kurarken de çok mantıklı bir öneri olarak değerlendirdim düşüncemi. Çünkü sınav bitince tüm kitapçıklar, cevap anahtarları belli bir merkezde toplanıp oradan Ankara'ya gidiyordu.
Mühendis arkadaş aradı. 'Mümkün değilmiş, sınav güvenliği nedeniyle bu yapılamazmış,' dedi. 'Tamam, o zaman soruları sınav başladığında yazalım, normal süreden fazlası olmasa da olur, nasılsa matematik sorularıyla ilgilenmeyeceğim,' dedim. 'Yalnız, görevlendirilecek kişilerin imla bilgisinin iyi olmasına dikkat ederseniz memnun olurum. Noktalama işaretlerinden sonra boşluk bırakılmadan işaret konunca iki kelime birleşerek siliniyor, okuma hızım yavaşlıyor dedim. Birkaç konu daha konuşuldu. Mühendis arkadaş dışarı çıkıp tekrar Ankara'yı aradı.
'Üzgünüm, soruları yazacak olan personele ÖSYM Başkanlığı güvenemezmiş, bu yüzden yazılamazmış. Ayrıca bu durum sınav güvenliğini riske atarmış. Hem yazılırken yazım hatası olurmuş, sorular yanlış aktarılırmış,' dedi.
'Anladım da, binlerce kör o soruları okuyucu personelden dinliyor. Onlar sınav güvenliğini riske atmıyor da bilgisayara yazanlar mı atıyor? Yoksa, bana yardımcı olması için Terminatör'ü mü atayacaksınız? Okuduğu soruları, uydu aracılığıyla dışarı sızdırmasından mı korkuyorsunuz?” dedim. Ve bunu söylerken samimice güldüm. Sorunun çözüleceğine inancım vardı o cümleleri kurarken.
'Sınav güvenliği… üzgünüz,' dediler.
'Diğer adayların sınavı bitene kadar bir odada bekleyeyim, onların sınavı bitince soruları yazın?' dedim. Bu da sınav güvenliğini riske atarmış(!)
'Tamam… o hâlde beni hapishanede sınava alın. Orada Jummer (Kablosuz ağ, cep telefonu vb. cihazların sinyallerini engelleyen cihaz) vardır. Böylece hiçbir risk de oluşmaz. Size el yazısıyla beyanda bulunup hapishanede sınava girmeyi kabul ettiğimi ve bu nedenle şikâyetçi olmayacağıma dair belge imzalayayım?' dedim.
Olmadı…
'Peki, soruları bilgisayar aracılığıyla bana vermeyecekseniz, bilgisayarı ne için veriyorsunuz? Sınava girerken moral olsun diye mi?' dedim. Yanıt veremediler. Bana verilmesi için ayarlanmış bir bilgisayar ortada var ama bilgisayarın neden verildiğini kimse bilmiyor!
'Bakınız… ÖSYM Başkanı adına Sınav Hizmetleri Daire Başkanı'nın imzası bulunan ve sınavda bana bilgisayar verildiğinin tebliğ edildiği resmi evrak yolladınız. Bu evrak varken bilgisayarı vermemeniz ÖSYM'yi çok zor durumda bırakır. Bu durum ÖSYM gibi bir kurumun ciddiyetine gölge düşürür,' dedim.
Mühendis Bey, izin isteyip tekrar çıktı, Merkez'e telefon açtı, durumu aktardı, geri döndü…
Ol-ma-dı…
Dışarıdan izole edilmiş bir odada, tüm dış ortam araçları devre dışı bırakılmış bir bilgisayarda, ÖSYM'nin her köre atadığı görevliler tarafından soruların yazılması veya silinebilir bir hâle getirilmesi için önerdiğim her türlü yöntem sınav güvenliğine takıldı.
Sınavımın diğer adaylardan sonra yapılmasını bile önerdim… Yine olmadı.
'Daire başkanı hocamızla telefonda ben konuşayım, onun söylediğini anlamasam da kısaca durumu özetlerim. Bilgisayarın sınav güvenliğini riske atması imkânsız. Ne internet gerekiyor ne başka bir şey. Program bile yüklenmese olur, sadece soruları bilgisayarda alayım yeterli,' dedim.
Olmadı.
Ve 3 yıl öncesine dönüldü. 'Sevgili hocamız bilmiyor olabilir, ÖSYM geçen yıl, 2010'da beni sınava diğer adaylarla eşit imkânlarda almadığı için YÖK'le birlikte ceza aldı. Sınavın işleyişinde kusurlu davranıldığı mahkeme kararı ile belirlendi. Bana bilgisayar verileceğini tebliğ eden ve imzası bulunan bir yazı da var ortada. Soruları bilgisayar ekranında göremediğim sürece benim için bir bilgisayarın anlamı yok ki. Bu yapılan ayrımcılıktır, eğer bir çözüm yolu bulunmazsa ben yine yargı yoluna başvurup dava açacağım,' dedim.
Mühendis Bey tekrar dışarı çıkıp telefonla görüştü. Saat neredeyse beşe geliyordu. Yani yazarak anlattığım bu süreç üç saat sürdü. Çözüm üstüne çözüm önerileri sıraladım. Mühendis Bey: 'Üzgünüm ama pazar günü bilgisayar verilmeyecekmiş. İsterseniz mahkemeye başvurabilirmişsiniz,' dedi.
…"

Sonrası mı?
Sonrası tekerrürden ibaret… Sadece görme engelli biri olarak 24 Mart'taki YGS'ye alındım. Sorular yine harf harf elime yazıldı. Soruları aktaran görevlinin inanılmaz çabasına ve gerçekten müthiş performansına rağmen yeteri kadar soru bana aktarılmadı.
Sınava başvurma anından sonra, "Mahkemede kusurlu bulunmalarına rağmen yine bir çözüm sunmazlarsa ÖSYM önünde günlerce eylem yapacağım," dedim birçok kişiye. Ve hikâye bu noktaya dayandıktan sonrada bundan vazgeçmedim. Maruz kaldığım eşitsizliği kabul edersem kendime olan saygımdan uzaklaşacağımı bildiğim için vazgeçmedim.
6 Mayıs - 10 Mayıs arası beş gün boyunca her gün 12.15-17.45 arası ÖSYM önünde olacağım. Elimde pankartım, ağzımda düdüğümle, öğle paydosuna çıkan, mesai sonunda evlerine giden görevlilere bağırabileceğim en yüksek sesimle maruz bırakıldığım davranışı kabullenmediğimi haykıracağım…

Sayfa: 2/9